Gün doğar, alarm çalar, sokaklar dolar… Hayat, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hızla akmaya başlar. Ama bu koşturma, gecenin karanlığına erdiğinde yavaşlamalı. Bedenimiz de ruhumuz da bu döngüye ihtiyaç duyar. Çünkü içimizdeki en sessiz ve en güçlü iyileştiricilerden ikisi, yalnızca bu durakta, gecede devreye girer: Serotonin ve melatonin.
Serotonin… Güneşle birlikte doğan bir kimya mucizesi. Ona genellikle “mutluluk hormonu” deriz ama etkisi yalnızca ruh halimizle sınırlı değildir. İştahımızı düzenler, uykumuzu dengeler, sosyalleşmemizi kolaylaştırır. Gündüzleri yaşam kalitemizin mimarıdır.
Ama asıl sihir, güneş battığında başlar. Gün ışığı çekilir, perdeler kapanır, gözler yavaşça ağırlaşır. İşte o an, serotonin dönüşür… Melatonin olur.
Melatonin, karanlıkla birlikte salgılanan doğal bir uyku hormonudur. Sadece derin bir uykunun kapısını aralamaz; aynı zamanda bağışıklık sistemimizi güçlendirir, hücrelerimizi yeniler, yaşlanma sürecini yavaşlatır. Ve belki de en çarpıcısı: Serotonin gibi, melatonin de büyük oranda bağırsakta üretilir. Evet, bu iki nörohormonun yaklaşık %95’i bağırsaklarımızda salgılanır. Demek ki, sadece ne yediğimiz değil, nasıl yaşadığımız da mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkiliyor.
Bedenimiz, günün ritmine duyarlıdır. Geceleri 23.00 ile sabah 04.00 arası, hormonal sistemimizin en yoğun çalıştığı saat dilimidir. Bu zaman diliminde uykuda olmak, yenilenmek demektir. Uykusuzluk ise sadece bir yorgunluk meselesi değildir. Bağışıklığımızı zayıflatır, zihinsel berraklığımızı bulanıklaştırır, hatta kilo kontrolümüzü bile sekteye uğratır.
Peki ne yapmalı?
Her gece kendimizi ekranların mavi ışığından uzak tutmalı. Birkaç derin nefesle günü uğurlamalı. Karanlığa saygı duymalı ve doğanın ritmine yeniden bağlanmalıyız. Çünkü bu, bedenin bize “teşekkür ederim” dediği alışkanlıklardan biridir.
Unutmayın, geceye kendinizi bıraktığınızda sadece uyumazsınız…
Yenilenirsiniz.