Kendimle alakalı hatırlayabildiğim en eski tarih, 7-8'li yaşlarıma  denk gelir. Aidiyet duygusunun, yalnızca anne  babaya hissedildiği güzel zamanlar. Futbola ilgim bir plastik topun peşinde amaçsızca koşmaktan ibaret, taraf olmanın kelime anlamından bi haberdim. Çocuktuk işte...Çok doğaldır ki o yaşlardaki bir çocuk, zihninde taraftarlık denen, aslında ülkemizde  bir nevi kimlik meselesi halini almış kulüpçülüğü  doğru algılamada sorun yaşardı. Taraf olmak için çok küçüktüm. Hani şu klasik laf vardır ya; doğuştan fenerli  doğuştan cimbomlu gibi... Bu tamamıyla bir savsatadır. O yaşta ki bir çocuğun zihni, taraf  olamayacak kadar  saftır. Yani olmaz öyle birşey !

Neyse konumuza gelirsek; bende her erkek çocuğu gibi mahallede, sokak arasında, yazları mütemadiyen gittiğim köyümde plastik topla futbol gibi birşeyler oynadığımı hatırlarım. Fena da oynamazdım hani. Ama şu an bunları yazarken bile hafızamı zorluyorum, o yıllarda ne Cimbom ne Fener ne de Beşiktaşlıydım. Taraftarlık olgusuyla tanışmam  sanırsam ilkokul  3. veya 4. sınıf zamanlarımdı. Babam Fenerbahçe diye birşeylerden bahsederdi .Bir başka deyişle Fenerbahçe adını ilk babamdan duymuştum. Daha sonra o plastik topla oynadığım futbolun üst kimliğinin  FENERBAHÇE olduğunu, babamında  bir Fenerbahçeli olduğunu anlamıştım.Elbette bu algılayış bir anda olmamıştı. Babamın  cümlelerinde ki ana unsurun Fenerbahçe olduğunu, mevzu bahis Fenerbahçe oldumu daha bir coşkulu olduğunu, o çocuk aklımca anlamıştım. Bir adam vardı. Hem babamdı hem de Fenerliydi.

Babam kahveci olduğundan gece gelirdi  genelde eve .Haliyle de geç uyur, geç de kalkardı. Kalktığında da pek bir suratlı olurdu. Zaruret içeren  birkaç cümle dışında   pek konuşmazdı. 2-3 bardak çay  içer . Bol pul biberli,  zeytinyağlı  kendine özel  zeytin tabağından bir iki zeytin alır. Kendi tabiriyle sigara altı yapardı. Ardından yaktığı sigaralar peşi sıra gelirdi. Babam evden çıkınca annem o dumanlar çıksın diye açılmadık cam pencere bırakmazdı .

O yıllarda maçlar şifresiz kanalda ve ekseriyetle gündüz oynanırdı. Öğlen  12 'de maçlar olurdu. İki üç haftada bir de Fenerbahçe'nin maçı bu saate denk gelirdi. Bir gece öncesinden heyecanı beni sarardı. Babamla maç izleyecektim. Yani farklı bir sabah olacaktı...

Erkenden kalkar, beklerdim. Maçın başlamasına az kala babamı uyandırırdım. Babam geceden kalmasına rağmen, kendisinden beklenmedik  bir coşkuyla  yatağından kalkardı. Sabahları cümle kurmasına pek alışık olmadığım babam, maç günlerinin  klasikleşmiş heyecanlı  tavrıyla; yine aynı cümleyi kurardı.

-Maç başladı mı oğlum?

Bu teyit maksatlı cümlemizden sonra televizyonlu odaya geçer,  beraber maçı izlerdik. Baba oğul yan yanaydık ve beraber birşeyler yapıyorduk..Oğul gibi hissederdim kendimi. Mutlu olurdum babamla maç izlerken. Ara da ufak tefek yorumlar da yapardım. Küfür belleğimin gelişiminin temelleri de  atılırdı biz baba oğul  Feneri izlerken. Küfürler gırla giderdi. O zamanlar; daha sonra kötü sözler olduğunu öğrendiğim  o kelimelerin, maç izlerken sarfedilmesi, bir nevi zaruret gibi gelirdi bana.

Babamla fazla diyaloğumuz olmadı. Dayağını, tokadını yaşamadım. Ama pek de sıkı fıkı değildik hani. Hafızamı zorlarsam, babamla birlikteyim diyebileceğim anım  bir elin üç parmağını geçmez. Zorunlu olmadıkça konuşmazdık .Ya konuşacak birşeyi yoktu ya da babasından  gördüğü buydu. Bu bir süre sonra ister istemez mesafeli bir baba oğul ilişkisinin de önünü açmıştı. Aramızda ki tek sohbet konusu  vardı: Fenerbahçe! Eğer başka bir takım taraftarı olsaydım, muhtemelen bu birkaç cümlemde olmazdı babamla. Babamla aramızda ki duygu geçişlerinin sadece Fenerbahçe üzerinden olması benim tercihim değildi. O vakitler  tam olarak idrak edemesem de, şimdi geçmişe dönüp, düşündüğümde keşke  diyorum. Keşke; babam  benimle konuşmak için  başka  yollarda bulsaydı.

Uzun lafın özü; babamla  konuşabilmem için fenerli olmam gerekti. Bu kesinleşmiş olguyu yok sayamazdım. Bende Fenerbahçeli oldum. Fena da olmadı hani. Bu zorunlu tercih bir süre sonra tıpkı babam gibi beni de sardı...