İsterseniz önce insanoğlunun en güzel hasletlerinden biri olan “Gülebilmek “ duyusunun bilimsel tarafıyla başlayalım.. Duymuş muydunuz ? Bu bilim dalının adı Gelotoloji...

Gelotoloji  gülmenin insan fizyolojisi üzerindeki etkilerini inceleyen bir psikoloji dalı.. Gülme farklı uyaranlara karşı bedenin verdiği bir tepkidir. Bize şunları öğütlüyor ;

Gülmek, insanoğlunun bildiği en iyi akıl ilacıdır. Gülmek, endişelerimizi dağıtabilir, stres, depresyon, korku ve üzüntülerimizle başa çıkmamıza yardımcı olabilir.

Gülmek, içsel bir jogginge benzer. Vücuda oksijen sağlar, gergin kasları gevşetir, ağrılarımızı dindirir, nabız ve tansiyonu ve şekeri düşürür. Güçlü  bir kahkaha endorfin salgımızı yükseltir, stres hormonu olarak bilinen kortizon ve adrenalin düzeyimizi düşürür.

İnsan aynı zamanda hem gülüp hem deliremez, hem gülüp hem üzülemez.

Gülen bir insan kendini kötü hissetmez, suç işlemez, savaşa kalkışmaz.

Gülmek yön belirleyicidir. Sabah gülecek bir şeyler bulmak, o günün daha neşeli geçmesini sağlar.

Gülmek değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmenin bir yoludur.

Gülmenin en yapıcı yanı kendimize gülebilmektir. Kendimize gülebilirsek başkalarının bize gülebileceği çok az şey kalır.

Mizah her ortamda bulunabilir. Burada yapmamız gereken biraz durup düşünmek, etrafımıza dikkatlice bakmak, gözlem yapmaktır.

Gülmek, hayatı tekrar canlandıracak itici bir güç olabilir.

Bergamalı Galen, Antik Roma'nın en önemli hekimlerinden...Galen bu işe gladyatörlerin yaralarını tedavi ederek başlıyor. İmparator Marcus Aurelius'un özel doktoru... Çalışmalarında deneyime inanıp  spekülasyondan uzak duruyor.

Hastalarıyla çalışırken, insan alışkanlıklarını belirleyen olguların, onların yaşam biçiminden başka bir şey olmadığını gözlemlemiş. Hastalarına alışkanlıklarını değiştirmeyi öğütlüyor. Yüzlerce hastalığı ve tedavilerini keşfediyor. Çeşitli deneyimlerden sonra şunda karar kılıyor.

''Kahkahadan daha iyi bir ilaç yoktur.''

Peki neden gülemiyoruz veya yeteri kadar gülmüyoruz.?

Bunun pek çok nedeni olmakla birlikte toplumumuz da yerleşik bazı olumsuz. baskıların da rolü olduğu bir gerçek. Çocukluğumuzdan itibaren defalarca duymuşuzdur., ''Çok gülersen, sonunda ağlarsın” . Açıkçası bu yaşa geldim her gülmemde bu aklıma gelir.

Dogmatik ve “dini” ritüellerin de gülmeye pek hoş bakmadığı gerçeği var. Bütün bunların üstüne etrafımızdaki sosyal olgunun umutsuz, sıkıntılı ve güvensiz oluşunun , hatta yönetenlerin siyaset yapma biçimi bile önemli bir etken.

Bunlara karşı koyabilir miyiz ? Elbette. Her zaman gülünmese de “gülümsemek” kolayca yapabileceğimiz bir şey. Bunu kendimizden ve başkalarından esirgemek çok kötü. Oysa gülümsemek bir hoşgörü ve içtenlik halidir. Bir enerji alış verişidir. Müşterisi daima vardır. Karşınızdakine güven verir, kolay iletişim sağlar, hayatınızı kolaylaştırır. İletkendir yayılır..

Bu yüzden aslında gülmek için, o kadar çok sebebimiz var ki.. Gülmeyi sosyal ilişkilerde mutluluğu paylaşmak ya da iletişim kurmak amacıyla yapsak da  her zaman mutluluk ifadesi olarak düşünmeyin...Bazen tahammül sınırlarımızı zorlayan şeylere de gülebiliriz....Mesele de burada. Hayata gülümseyerek bakabilmek bir olgunluk belirtisidir. Gülümseyin, gülün, güldürün... Sıkıntılarınıza, dertlerinize hatta çaresizliğinize gülün. Çünkü gülebilmek aslında bütün bunlara meydan okumaktır..

Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevinde çile doldururken yazdığı “hapiste yatacak olana bazı öğütler” şiirinden bir bölümle bitireyim konuyu 

“Tıraştan tıraşa yüzüne bak,

Unut yaşını

Koru kendini bitten,

Bir de bahar akşamlarından;

Bir de ekmeği

Son lokmasına dek yemeği,

Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.”