Evdeki tamir edilecek bütün ayakkabıları toparlayıp Kasımpaşa'ya, eskiden beri sürekli uğradığım ayakkabı tamircisine gittim. Emekli olsam bile yıllardır tanıdığım esnaftan vazgeçemiyorum. Dile kolay buralarda koskoca 20 yılım geçmiş.

Malum bizim semt...

Ayakkabı tamircisi Ramazan Amca'yı uzun zamandan beri tanırım. O, işinin ehli gerçek bir zanaatkâr. Artık ne yazık ki böyle ustalar pek kalmadı. Her seferinde bir müzik enstrümanı çalarmışçasına işini yapar ve bitirdiği ayakkabıya bakıp, "yaptığım işi önce ben beğeneceğim." der.

Onun bu sözünü çok değerli bulurum. İş yaptırdığım diğer bütün esnafa, gençlere bunu aktarırım.

Ramazan Amca yıllarca Almanya'da işçi olarak çalışmış, emekli olup yurda dönünce de bu küçük tamirci dükkânını açmış. Ne zaman yanına uğrasam "kızım ben burada oyalanıyorum, amacım para kazanmak değil." der. Kendisi dört çocuk sahibi, iki kızı iki de oğlu varmış. Sohbetlerimizin ana temasını ağırlıklı olarak çocukları oluşturur. Büyük kızının Galatasaray Lisesini kazandığı halde gitmeyişine çok içerler. Kızlarının okuyamamış olmasına, erkenden evlenip çoluk çocuğa karışmasına çok üzülür.

Çalıştığım yıllarda işim olmasa da bazen sadece onunla sohbet etmek için dükkânına giderdim.

Yine bir gün yanına gidip oturdum. Sohbet sohbeti açtı, o ise her zamanki gibi işini yaparken dertli dertli kızlarını anlatmaya başladı. Küçücük dükkanı Ramazan Amcayı ve bir misafirini ağırlayabilecek büyüklükteydi. Dükkânda biri varken başka biri daha gelecek olsa kapıdan iletişim kurmak mecburiyetinde kalıyordu.

Sohbeti koyulaştırdığımız anda küçük dükkânın kapısında 70-75 yaşlarında, takım elbiseli, kır saçlı, pırıl pırıl görünümlü bir adam beliriverdi. Sonra hiç beklemediğim bir şekilde benimle konuşmaya başladı:

''Sokaktan geçerken içerde sizi gördüm, dayanamadım geldim. Nasılsınız, iyi misiniz?''

Cevap verdim:

''İyiyim teşekkür ederim, siz iyi misiniz?''

Bu sefer de o cevapladı:

''Bende iyiyim, uğraşıp duruyoruz işte''

Sorularına devam etti.

''Emeklilik nasıl gidiyor?''

Şaşırarak cevap verdim:

''Çok güzel gidiyor, iyi ki emekli olmuşum.''

''Maşallah kızım, maşallah...''

Adam ilginç bir şekilde benimle oldukça samimi konuşuyordu. Yetmedi,  her şeyimi de biliyordu. Ben ise onu dinlerken bir taraftan da "acaba nereden tanışıyor olabiliriz?" diye düşünüyordum. Sonunda baktım olmayacak, dayanamayıp sordum:

''Lütfen kusura bakmayın ama ben sizi nereden tanıdığımı hatırlayamadım.''

Bizimki kendisini hatırlayamadığıma biraz hayıflanarak devam etti:

''Nasıl olur?  Hani ben ilkokulun önünde seyyar köftecilik yapıyordum. Siz de her öğlen önümden geçiyordunuz ya!''

Hâlâ şaşkındım. Ayıp olmasın diye uğraşıp kendisini hatırlamaya çalışsam da olmuyordu. Güç belâ hafızamı toparlayarak en sonunda kendisini hatırladım. O, hiç köfte satın almasam da hemen her gün önünden geçtiğim seyyar köfteciydi.  

Şaşkınlık ve coşkuyla cevap verdim:

''Aa, evet! Devam mı köfteciliğe?''

Onu hatırladığıma sevinerek cevap verdi:

''Ah ah, maalesef devam edemiyorum kızım. Benim hanım hasta yatıyor. Kalça kemiğini kırdı, bakacak kimse yok, ona ben bakıyorum, nasıl çalışayım.''

''Geçmiş olsun, çok üzüldüm. Size sağlık ve kolaylık diliyorum.''

''Allah razı olsun...'' dedi, sonra eski bir tanıdığını görmenin huzurlu ve mutlu gülümsemesiyle ayrıldı yanımdan.

Bütün bu olanlara karşımda oturan Ramazan Amca, bıyık altından gülümsüyordu. Bir an göz göze geldik, ben de gülümsedim.

Sonra yıllar öncesine dalıp gittim.

Vallahi bu Kasımpaşa âlem bir yer, insanlar mükemmel.

20 yıl boyunca hiç köfte yemeyip sadece önünden geçtiğin köfteci dahi senin hakkında her şeyi biliyor.

Lâ havle vela kuvvete...

Sevgiyle kalın efendim.