Son 24 saatte Bafra, Rize, Ağrı ve Fatsa’dan sağlık emekçilerine yönelik şiddet haberleri aldık. Uzunca bir süredir sağlık emekçilerine yönelik şiddet ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bu konularla ilgili defalarca iş bırakma eylemleri, açıklamalar yaptık. İstediğimiz düzeyde olmasa da bazı yasal değişiklikler yapıldı. Kısmen cezalar arttırıldı. Şiddetin önlenmesine katkı sağlaması için verdiğimiz yasal önergeler halen bekliyor.

Fakat biz bulaşıcı hastalıklar ile mücadeleden şunu biliyoruz. Örneğin Sıtma’yı bitirmek isterseniz kirli su kaynaklarından ve bataklıklardan işe başlarsınız. Birçok bulaşıcı hastalığın önüne geçmek için çöpleri düzgün bertaraf edersiniz.

Şiddet konusunda da işin kaynağına dönmek gerekiyor. 2000 binli yıllara kadar hastanelerimizde sadece bir polis memuru adli vakalar için bulunurdu. Şimdi her hastanede onlarca, yüzlerce güvenlik görevlisi var. Fakat şiddet gittikçe tırmanıyor. Şiddet "dönüşüm" denilen ve AKP ile hızlandırılan piyasacı uygulamalar yaygınlaştıkça artmaya başladı. Sağlık alanını kar elde etme alanı olarak gören, sağlık hizmetlerini üretim-tüketim ilişkisi içinde metaya dönüştüren ve her gün kışkırtılan sağlık talebi ile yöneticilerin değersizleştiren dil ve üslubu ile soslanan bu sistem şiddet üretiyor.

Sağlıktaki şiddet sadece hasta ve yakınlarının emekçilere yönelik şiddeti değildir.

İşyerlerindeki liyaktsiz yöneticilerin uyguladığı mobbing,

Muhalif olana sendika üyelerine yönelik siyasal (sürgün, işten atma, açığa alma, soruşturma vb) şiddet,

Açlık ve yoksulluk sınırı arasında çalışmaya mahkûm edilerek uygulanan ekonomik şiddet gibi birçok şiddet türü ile uğraşıyoruz.

O zaman şiddet üretmeyen bir sistem yaratma mücadelesi vereceğiz.

Bu mücadele sadece işkolumuz ekseninde de düşünülemez. Siyasal iktidar eliyle uzun yıllardır uygulanan baskı politikaları, kendinden olmayan herkesi terörist görme yaklaşımı ile birlikte toplumda oluşturulan kamplaşma beraberinde şiddet üretiyor. Devletin zor aygıtları ile uyguladığı şiddetin dozajı arttıkça uygulanan kutuplaştırma siyaseti nedeniyle kendini devlet gibi gören kesimlerde şiddete meyil ediyor. Yine açlık, yoksulluk, zamlar… Yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayan milyonların bu durumu görmemesi için ayrıştırma ve kutuplaştırma siyasetini özellikle derinleştiriyorlar. Bu durumda da insanlar yaşadığı sıkıntıların sorunların kaynağını sistem olarak görmek ve hak elde etmek için mücadele etmek yerine en yakınındakine şiddet olarak yansıtıyor. Bu nedenle de şiddet toplum içinde gittikçe bir kültür haline geliyor.

Bu nedenle de normalleştirilmeye çalışılan şiddet kültürüne karşı sağlıklı bir toplum için bütünlüklü olarak mücadele etmek gerekir.

Toplumun sağlığını korumak ve geliştirmek ancak toplumsal yaşamı demokratikleştirerek, birey ve toplumu özgürleştirerek ve eşitsizliklerle mücadele ederek; her bir bireyin yeterli beslenebildiği, uygun koşullarda barınabildiği, temiz suya ulaşımının mümkün olduğu, havanın kirletilmediği koşulları sağlayarak, temiz çevre ve güvenli gıdaya ulaşımın sağlandığı yani en temel insani ihtiyaçların karşılanması ile mümkündür. Sağlık hizmetleri, ancak tüm bu sıralananlarla birlikte toplum sağlığının geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Türkiye gibi toplumsal eşitsizliklerin derin olduğu ülkelerde, sağlık hizmetleri eşitsizlikleri en aza indirgenmesi hedefiyle de yapılandırılmak zorundadır. Sağlık emekçilerine yönelik şiddeti engellemenin birinci yolu toplumdan ve hizmet üreten emekçiden yana bir sistem inşa edilmesi ile mümkündür. Elbette bu gerçekleşinceye kadar şiddeti engellemek için caydırıcı yasal düzenlemeler alınmak zorundadır ve bunun da mücadelesini vermeye devam edeceğiz.

Buradan halka ve tüm işkolu emekçilerine çağrımızdır;

Demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile uygulandığı, herkesin sağlıkla yaşayacağı ve güvenli geleceği olan bir düzen kurmak mücadelesini yükseltelim. Sorunlarımızın kaynağı sistemdir. Birbirimize değil sistemi değiştirmeye yönelelim”