Son günlerde ‘sendikacı’ sözcüğü çok kullanılmaya başlanıldı….

Hatta, ‘ben sendikacıyım’ diyenler de çoğaldı…

Aslında sendikacı sıfatı  onurlu bir sıfatıdır…

Siz bakmayın ortalıkta çok ‘ben sendikacıyım’ diye gezenlere…

Sendikacı olmak için önce ‘sınıfı’nı bileceksin…

İşçiden, emekçiden yana olacaksın…

Yani ‘taraf’ olacaksın…

Bu memlekette, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında iki ağa vardı… Biri ‘toprak ağaları’ bir de ‘köy ağaları’…

12 Eylül sonrası ‘sendika ağaları’da türedi… Bu tarihten sonra tarihe geçecek, işçiye, emekçiye ‘önderlik’ yapmış kaç tane ‘sendikacı’yı sayarsınız… Elinizin parmakları geçmez… Oysa kaç tane konfederasyon var… Bu konfederasyonlarına kaç tane sendika şube başkanları var… Ve bunlarda kaç tane ‘sendikacı’ var…

Onları saymaya kalkarsanız kafanız karışır…

Ama bunlardan kaç tanesi ‘sendikacı ‘ diye düşünürseniz ve saymaya kalkarsanız, bu sayılar parmaklarınızın sayılarını geçmez..

Bir tarafta da işverenden yana, bir tarafta da toplu iş sözleşme masasında işçinin isteğini dile getirmeyen

“Ben sendikacıyım” demek öyle kolay bir iş değildir…

Sendikacı demek özellikle bizim ülkemizde, ‘bedel’ ödemektir…  İşsiz kalmak, sürgün edilmek, cezaevlerine tıkılmak demektir… Ülkemizin yakın tarihine baktığımızda böyle onurlu sendikacıları görürsünüz…

   O yiğit insanlar, tarihe, yaptıkları eylemleri ile, sınıfına yaptıkları katkı ile, işçi ve emekçiye verdikleri ‘hak mücadelesi’nde önderlik yapmaları nedeniyle tarihi geçmişlerdir..

   Yani, o yiğit insanlar, aldıkları maaşları, altlarındaki son model arabaları, evleri,  barkları ile adları yan yana gelmemiştir…

    Ortalıkta ‘ben sendikacıyım’ diyenler öncelikle işçi sınıfının ve sendika tarihini okusunlar…  Okuduktan sonra bir o yiğit insanların yaptıklarını baksınlar bir de kendilerinin yaptıklarına…

    Ortalıkta dolaşan sözde sendikacılar; her zaman işçinin, emekçinin yanında olan, bedel ödeyen o yiğit insanların gölgelerinden ve isimlerinden korkarlar…

PADİŞAH VE DERİCİ

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış.

Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:

'Selamünaleyküm ey pir'i fani...'

'Aleykümselam ey serdar'ı cihan...'

Padişah sormuş:

'Altılarda ne yaptın?'

Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...'

Padişah gene sormuş:

'Geceleri kalkmadın mı?'

'Kalktık... Lakin, ellere yaradı...'

Padişah gülmüş:

'Bir kaz göndersem yolar mısın?'

'Hem de ciyaklatmadan...'

Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş:

'Ne konuştuğumuzu anladın mı?'

'Hayır padişahım...'

Padişah sinirlenmiş: 'Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.'

Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam  hala orada çalışıyor.

'Ne konuştunuz siz padişahla...'

Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş:

'Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.'

Baş vezir, yüz altın vermiş.

'Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?'

'Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.'

Vezir kafasını kaşımış.

'Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?'

Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.

'Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim. (32 ise ağızdaki dişten kinaye, boğaz)'

Vezir bir soru daha sormuş...

'Geceleri kalkmadın mı ne demek?'

Adam bir yüz altın daha almış.

'Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim'

Vezir gene kafasını sallamış.

'Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek?'

Adam gülmüş.

'Onu da sen bul...'