“Ülkelerinin sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde büyük önem arz eden su, insanların ve gezegenin sağlığı ve refahı için en önemli ihtiyaçlardan biridir. Bu sebeple, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 22 Mart tarihi ‘Dünya Su Günü’ olarak ilan edilmiştir.

Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) rapor ve çalışmaları dikkate alındığında, Akdeniz Havzasının küresel iklim değişikliğine karşı en hassas bölgelerden birisi olduğu görülmektedir. IPCC’nin öngörülerine göre küresel ortalama sıcaklıklar 1.0°C arttığında Akdeniz havzasındaki artış 1.5°C olacak ve yağışlar ise %12 azalacaktır. Yaşanan iklim değişikliğiyle birlikte sıcaklık artışlarının yanı sıra yağışlarda da düzensizlikler oluşması beklenmektedir. Başka bir deyişle kısa sürede daha şiddetli yağışların meydana getireceği seller ve taşkınlara vurgu yapılmaktadır.

Ülkemizde ise; hızlı ve çarpık kentleşme, kontrolsüz nüfus artışı ve göçmen akımı, endüstriyel faaliyetler sonucunda ortaya çıkan katı ve sıvı atıklar, katı atık depolama tesislerinin yanlış yer seçimleri, su havzalarının imara açılması, rant odaklı madencilik faaliyetleri, tarım alanlarında bilinçsiz gübre ve tarım ilacı kullanılması yerüstü ve yeraltı suyu kalitesini ciddi olarak tehdit etmekte ve su kaynaklarımız hızla kirletilmektedir.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan en son (2022-2023 su yılı) yağış raporuna göre; son 5 ayda yaşanan yağışların normallerinin % 39 altında olduğu ve son 63 yılın en düşük seviyesinde olduğu belirtilmektedir. Benzer şekilde şehrimizin içme ve kullanma suyu kaynaklarını kapsayan havzamız da hem kuraklık, hem de kirlilik tehdidi altındadır. Yer altı sularının seviyesindeki düşüş öncelikle çiftçilerimiz tarafından da fark edilir düzeydedir. Sivrihisar’ın güney bölgelerindeki obruklar yer altı sularındaki durumu daha da çarpıcı şekilde göstermektedir.

Su kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, ihtiyaç önceliklerine uygun olarak sürdürülebilir bir şekilde kullanımının sağlanması öncelikli olarak çözüme kavuşturulması gereken bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

DSİ 2022 yılı faaliyet raporunda Türkiye’nin Yatırım Bütçesinden son yıllarda aldığı payın içme suyu projelerinin hedeflenen sürede tamamlanmasını mümkün kılmadığı belirtilmektedir. Çözüm olarak önerilen belirli ölçekteki belediyelerin içme suyu tesisleri işletmesinin yap-işlet-devret veya işlet-devret modeli ile ihale edilmesi suyun özelleştirilmesi anlamını taşımaktadır ki kabul edilemez bir öneridir.

6 Şubat günü yaşadığımız Kahramanmaraş depremleri geniş bir coğrafyada büyük yıkıma yol açmıştır. Depremler sonucu beş milyona yakın kişinin bölgeden göç ettiği tahmin edilmektedir. Kalanlar ise yaşam mücadelesi vermektedir. Gelinen noktada en büyük sıkıntılar barınma, hijyen ve elbette temiz suya erişimde yaşanan zorluktur.

15 Mart günü Şanlıurfa, Adıyaman ve Malatya’nın bir bölümünde yaşanan sel ve taşkınlar depremzedelerin daha da mağdur olmasına yol açarken, seller nedeniyle Şanlıurfa’da 16, Adıyaman’ın Tut ilçesinde 3 yurttaşımız hayatını kaybetmiştir. Dere taşkın yataklarının imara açılması bir kez daha felaketle sonuçlanmıştır.

Çalışmaların yaşananlardan ders çıkararak bilim ve tekniğin rehberliğinde yürütülmesi, kalıcı yerleşimlerin kadim kentlerimizin kimliklerinin kaybettirmeden, çevreyle, ekosistemle uyumlu, iklim değişikliğine duyarlı, yeşil alanı, parkı, sosyal donatı alanlarıyla bir bütün içinde oluşturulması önem taşımaktadır.

Anayasa’nın 56. maddesine göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir....”

 “Su hakkı” temel bir insan hakkı olan yaşam hakkı olarak görülmeli, suyun ticarileştirilmesinden ve su kaynaklarımızın özelleştirilmesinden vaz geçilmeli, su yönetim sistemlerine sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ile halkın katılımını esas alan mekanizmalar geliştirilmesi hedeflenmelidir.

İnsanlar tarafından kullanılan suyun yaklaşık %90’ı tarım ve sanayide kullanılmaktadır. Geri kalan %10luk kısım ise doğrudan vatandaş kullanımı ve peyzaj işleri için tüketilmektedir. Dünya Bankası Sürdürülebilir Kentsel Su Temini ve Sanitasyonu Raporu’na (2016) göre ülkemizdeki gelir getirmeyen su yüzdesi 2004 yılında %60 iken, 2014 yılında %35’e düşmüştür. Mevzuatla; ülkemizde su idareleri ve belediyeler su kayıp oranlarını 2019 yılına kadar %30’a, 2023 yılına kadar ise %25 seviyelerine indirmekle yükümlü olmuştur. Koyulan hedefler dahi kayıp kaçak oranında hangi düzeylerde olunduğunu ortaya koymaktadır.

Tüm bu veriler ışığında, su sorununu tek tek iklim değişikliği, su kirliliği veya nüfus artışına indirgemek ve çözümü de bireysel tasarrufta aramak bir yanılgıdır. Sorun bütüncüldür ve bireysel hassasiyetlerle çözülemeyecek kadar köklüdür.

Uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’nın vermiş olduğu görev ve sorumluluk bilinciyle hareket eden TMMOB, insan ve canlı yaşamının devamlılığı adına, su konusunda sağlıklı, adil ve sürdürülebilir çözümler üretilebilmesi için, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının bir insan hakkı olarak ve kamusal bir anlayışla ele alınması gerektiğinden hareketle bilimi ve hukuku yok sayan, yağma ve talan uygulamalarının karşısında mücadelesini sürdürecektir.”

Editör: Mustafa YILDIRIM