Son günlerce gündem gereği artan kadın haberlerini girerken haberi bırakıp, fotoğraflara bakıyorum…

Niyeyse bu süslü püslü eylemler, popüler şovlar haline dönüşen programlar, bana hiç mi hiç  samimi gelmiyor, fotoğrafları okumak yeterli aslında... Benim bu fotoğraflarda gördüğüm; kadınlarla ilgili dernek, platform, konsey vs. hangi oluşum olursa olsun bu oluşumlarda yönetici pozisyonundaki kadınlar ve bu yönetici pozisyonundaki kadınların yanında yer almak isteyen, daha önde olmak isteyen kadınlar hiyerarşisi.... Eş, dost, arkadaş bir de yanına popüler isimler eklenince yapılan etkinlik daha etkili oluyor, daha çok insana ulaşıyor diye düşünmüyorum. Bu etkinliklerin bu kadın oluşumlarındaki yöneticilerin tatmini, bir etkinlik yaptık görmeliydiniz övünmeleri dışında toplumsal bir fayda sağlayacağına da ne yazık ki inanmıyorum ve bir kadın olarak bu tür etkinlikler nedense bende heyecan yerine başka duygular uyandırıyor. Çünkü bu kadın derneklerinin, STK’ların kulislerinde nelerin konuşulduğuna az çok tanıklık etmiş biri olarak onların konuştuğu şeylerin kadın haklarını nasıl duyurabiliriz, bu hakların sağlanması, şiddetin önlenmesi için nasıl çalışabiliriz olmadığını da görüyorum.


Tüm sivil toplum örgütlerinin derneklerin içine düştüğü handikap, kadın dernekleri için de geçerli, dernek yönetimindekiler bir süre sonra derneği kendi işyeri, evi, malı gibi görmeye başlıyor. Bu dernek biraz da popüler bir dernek ise, o zaman da statüsünü yükseltmek, başka işleriyle ilgili daha güçlü söz sahibi olmak -yerel yöneticilerle daha kolay diyaloğa girebilmek, belli zamanlarda plaket vermek, ziyaret etmek, çiçek vermek- bir şekilde pozisyonunu yükseltmek isteyen kişilerin rekabet savaşlarına da tanıklık edebiliyorsunuz. Hatta bazı dernek ya da STK’lara girebilmek bile ayrı bir çaba, “referans” gerektiriyor.

 

Aklı başında her insanın düşündüğü gibi dernekçiliğin gönüllülük üzerine inşa edildiğini bilen biri olarak, bu oluşumların tabi ki tümü değil ama çoğunun içinin boşaltıldığını düşünüyorum. Kadınlarla ilgili bu tür oluşumlarda da durum maalesef aynı. Yine ya doğuştan varlıklı, ya statü sahibi ya da eşinin pozisyonuna eklemlenen bu “seçkin” kadınların yaptığı çalışmalardan ortaya somut hiçbir şey çıkmıyor. Etrafımda bu kadınların yanında olabilmek, onlarla birlikte olarak statüsünü yükselteceği umuduyla çırpınan o kadar çok kadın var ki. Ve bu tür haberlerin fotoğraflarına baktığımda hep o kadınlar çarpıyor gözüme. Böyle olunca haberin içeriğinden de uzaklaşıyorum. Fotoğrafı okumaya başlıyorum: Önde gayet şık bakımlı yürüyen kadın hakları savunucusu seçkin kadınlar ve onlar gibi olmak isteyen fotoğraf karelerine kendini sığdırmaya çalışan, onlarla birlikte daha çok bağıran, kadın haklarını en çok ben savunuyorum diye çırpınan kadınlar.


Ben de birkaç derneğe üyeyim, hatta bir derneğin yönetim kurulundayım ama bizde de farklı bir durum yok, her şeyi kendi planlayan, tek söz sahibi bir dernek başkanı var, hiçbir şey yapmaya vakti olmayan birbirinden haberi bile olmayan dernek yöneticileri var bir de… Üyeleri hiç anlatmıyorum. Yine bu dernekçilik ile ilgili ilk deneyimimi anlatarak konuyu daha anlaşılır kılmak istiyorum. Üniversiteden mezun olduğum ilk yıllarda Eskişehir’de çalışma hayatına yeni yeni başlamışım, toplumsal duyarlılığım yüksek, faydalı bir şeyler yapmak istiyorum. Bunun için gönüllü olmak istiyorum, çalışmak istiyorum. Hemen eğitimle ilgili gönüllük esası ile çalışan bir kurumun kapısını çaldım. Amacım öncelikle burada görev alarak önemli bir amaca hizmet eden bu yerde faydalı bir şeyler yapabilmek, onlarla çalışmak, tabi gazeteci olduğum için aynı zamanda da haberlerini yaparak onların sesini duyurabilmek. Bu kuruma gittim, kuruma kayıt olabilmek için pek çok formalite gerekliydi, formlar dolduruldu vs. sonra bana gidebileceğimi üyeliğe kabul edilip edilmediğimi bana bildireceklerini söylediler. Sonrası uzuuuun bir sessizlik, ne yazık ki bu gönüllülük esasıyla çalışan kurum, benim gönlülüğümü yeterli bulmadı, daha gönüllü birilerini istemiş olacak ki olmadı. Sonrasında haber yapmak, bilgi almak için görüştüğüm kurum yöneticileri de benimle görüşmez oldu. Yani bu gönüllü oluşum kendi içinde oluşturduğu hiyerarşik yapı içine benim gibi dışardan gelen birini kabul etmedi. Tabi benim gibi nicelerini de…


Sonra sonra yıllar geçtikçe gördüm ki bu pek çok dernek ya da STK için de aynı. Kadın hakları için buluşan kadınlar, bulundukları oluşum içinde daha yetkin olabilmek için birbirleriyle savaşıyor, yapılan kulislerin biri bin para. Herkes kendini dava insanı, ötekini birinin adamı olarak görüyor. Sonra işte bu tür oluşumlardan çıkan bu tür popüler organizasyonlar da bana hiçbir şey vaad etmiyor. Kadın cinayetlerini durdurmak adına yapılan yürüyüşlerde 5, 10 kişi yürürken, şiddete hayır eylemlerinde popüler kişilerin, dernek, STK yöneticilerinin ve onlara eklemlenen çok sayıda kadının yürümesi de gelecek nesiller için daha güzel bir dünya inancımı pekiştirmiyor. Çünkü samimiyetsiz geliyor, gerçekten bir amaca hizmet etmiyor. Dernek ya da STK olarak “Şunu da yaptık” demenin ötesine gitmiyor.

Bir kadın olarak hem cinslerime sesimi yükselttiğimi, bazılarını üzdüğümü tahmin edebiliyorum, ama onlara sesimi duyurmak için onları sarsarak konuşmam gerekiyor.

Uyanınnnnnn!!!!

Gerçek dünya hiç de öyle gördüğünüz gibi bir yer değil, sokaklara da çıkalım öyle de hakkımızı arayalım ama asıl yanımıza, yöremize bakalım diyorum. Dernek, STK gibi oluşumlarda yer alalım, buralarda çalışalım, bunları sahiplenelim ama çok da abartıp kendi malımız gibi görmeyelim. Şiddete uğrayan annemizin,  komşumuzun, iş arkadaşımızın yanında olalım önce, önce ona el uzatalım, onu korumak, ona haklarını anlatmak, herkese bunu kabul ettirmek için savaşalım. Kendi içimizdeki hırsları törpüleyelim, hırslarla elde edilmiş kazanımların, statülerin büyüsüne kapılmayalım, önce bir durup düşünelim, en yakınımıza bakalım derim.