Çocuk hastanesi acilinde işlemleri yaptırdık sıramızın gelmesini bekliyoruz. Bekleme salonu çok kalabalık kimi ağlayan çocuğunu susturmaya çalışıyor, kimi çocuğunun ateşini düşürmeye, kimisi oradan oraya koşturan çocuğunun peşinde, kimi sıranın hala gelmeyişine isyan ediyor, kimi sonuç bekliyor. 
Otomatik kapıdan telaşla girenler, çıkanlar. 
Bilindik hastahane atmosferi çalışanlar dışında yüzünde gülümseme olan yok. Herkesin derdi başından aşkın, kimsenin gözü etrafı görecek durumda değil(di). 
Kapıdan üç jandarma bir bayan gardiyan eşliğinde anne ve çocugu girene kadar. 
Salonda büyük sessizlik eşliğinde merakla sorgulayan bakışlar onları izliyordu. Tamda karşımızda ki boş koltuklara oturdular. 
Sessizliğin yerini fısıltılar aldı. Fısıltılar devam ettikçe bakışlarda ki anlamlarda değişiyordu. Hafif kısılmış gözler, yan bakmalar, tepeden bakmalar  meranın yerini çoktan toplumsal yargıya bırakmıştı.
 'Kim bilir ne suç işledi.
' Hak etmese bu durumda olmazdı.'
 'Başında ki jandarma sayısına bakılırsa ne fuhuş, ne hırsızlık, kesin cinayet evet evet cinayet.' 
Kadın mahkum fısıltıları net duyamasada başını önüne eğmesine rağmen bütün bakışların üzerinde olduğunu sezebiliyordu. Bunlardan gizlenmek ve korunmak istercesine üzerindeki ceketini elleriyle kapatarak kendini sarmalamaya çalışarak ara sıra yaşlı göz ucuyla bayan gardiyanla arasına oturttuğu hasta kızına bakıyordu. 
Çocuk ise hastalığını çoktan unutmuş etraftaki çocukları seyrediyordu. En çok da yaşıtı olan koridorda koşturarak kovalambaç oynayan iki çocuğu izliyordu. Onlara katılmak için yerinden kalktı. Bayan gardiyan kucaklayarak yerine oturturken kalkmaması için uyardı. Çünkü annesinin o koştururken arkasından koşturup ilgilenmeye izini ve hakkı yoktu. Başlarında bekleyen jandarmalara yaklaşarak salonun bir köşesinde olan büfeyi göstererek çoğuğa birşeyler almak istediğimi onuda götürmemde bir sakınca olup olmadığını sordum. 
Rütbeli olan cevap vererek olmadığını söyledi. 
Geldiğinden beri bir kez olsun büfeye bakmamış, diğer çocuklar gibi büfeden herhangi bir istekte bulunmamıştı.
 Aslında onun istediği açıkça ortadaydı. 
Kosturmak, oynamak, arkadaşlar edinmek kısacası çocukluğunu yaşamaktı. Büfeye gitme bahanesiyle on dakikalığınada olsa ona bu tadı yaşatabilmek tarifi imkansız bir duyguydu.
 Döndüğümüzde annesi uzattığım poseti alırken teşekkür ederek gülümsedi. Bende ona başardık dercesine gözkırpıp gülümseyerek yerime oturdum. 
Hala onu izliyordum bakışları otomatik kapıya takılmıstı. Neler düşündüğünü düşündüm. Ne tuhaf kapıydı bu böyle önünde durman yeterliydi. Hem çok kolay açılıyor hem de çok kolay girilip çıkılıyordu. Hiçde yaşadığı yerin kapılarına benzemiyordu. 
Yaşadığı yerde kapılar gri renkte demirden ve gardiyan açabilmek için elindeki dev anahtarları defalarca çeviriyordu. Onlarca demir kapıdan geçmelerine rağmen bir türlü sokağa açılmıyordu. Evinin kapısından sokağa çıkıp oyun oynamak mahkum bir annenin çocuğu için 'sokağın özlemi'ydi.
Sokak özlemi içerisinde olan çocukları düşünüyorum. 
Anneleri izin verirse yetiştirme yurdunda yada eğer varsa bir yakınının yanında kalma hakları var. Anne çocuğunu bırakmak istemezse ( en doğal hakkı) çocukta anneyle beraber 18 yaşına kadar cezaevinde kalıyor. Bende anne olduğumdan dolayı çocuk yetiştirilmesine dair sayısız kitap, makale, bilimsel araştırma, panel, seminer gibi aktiviteleri yakından takip ediyor, dinliyor, okuyor ve izliyorum. 
Hepsinden çıkardığım ortak ve temel sonuç; bir çocuğun yetişirken çevresinden örnek aldığı ve yetiştirilme şeklinin ortamın önemli olduğu vurgusudur. Cezaevlerinin durumu malum (vahim) böylesi bir ortamda çocuklukları ellerinden alınarak ne kadar sağlıklı bireyler yetişir?
 En azından çocuğu olan mahkum anneleri düşünerek çocukların yaşamasina uyan koğuşların olması gerekli. Gün içerisinde çocuklar dışarı daki aktivitelere katılabilmesi. Havasını özgürce soluyarak ' sokağın özlemi' ni giderebilmeli...