‘Ot gibi yaşıyoruz..”

“Odun gibisin”

‘Öküz geldin, öküz gibi gidiyorsun..”

‘Bir baltaya sap olamadın”

Yaşamak ve kişinin yaşama bakışını yansıtan tümceler bu…

Tabi bunları çoğaltabiliriz.

Geçenlerde bir yerde bir gurup kendi aralarında konuşuyorlardı…

İstemeyerek de olsak kulak misafiri olduk..

Anladığım 2-3 yıllık evliler..

Ekonomik anlamda durumları iyi… Her iki tarafında meslek durumu da. Ancak, kadın yine sitemde bulunuyordu arkadaşına…

“Hayatını adeta  makam anlamında bir üst kısma geçmek, para biriktirmek,  yeni mal –mülk sahibi olmak çizgisinde sürdürüyor. Öyle ki, hayatı nı böyle bir çerçeve içine koyunca, doğru dürüst arkadaşı, dostu yok. İnan eve giden insan yok. Diğer tarafta da; sosyal-kültürel faaliyetler yok. Sinema, tiyatro, kültürel geziler, kitap okumak, bunlar hayatının hemen hemen yok denilecek kadar yer kapsıyor. Neredeyse duygularını yitirmiş bir halde. Sevgiyi yaşam felsefesi haline getirmemiş,…”

Genç kadının yakınmaları böyle sürüp gidiyor..

İyi makamda olacak, ünvanı olacak, parası olacak, evleri arabaları olacak, gerisi olsa da olur olmasa da olur…

Buna ‘yaşam’ denir mi?

Oysa; yaşam bir bütündür. İnsanca yaşabileceğin ücret alma, barınma, eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel  haklarını yerine getirebilmek, şehrin, ülkenin ve dünyanın sorunlarına  ‘kafa yormak’, demokrasi, insan hakları gibi temel haklar konusunda ‘sözün olması’ demektir yaşam…

Emeğini savunmaktır yaşam.

Sevdanı savunmak yaşamdır.

Eğer genelde insanlar ‘insanca ‘ yaşamıyorlarsa, bilin ki; Albert Einstein’ dediği gibi “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden”dirler.

Yaşamın her koşulunda mücadele ederek yaşamak var, ‘odun’ gibi kalarak yaşamak var…

Yani; George Orwell diyor ki; “Önemli olan yaşamak değildir, başarmak hiç değildir. Önemli olan insan kalmayı bilmektir. “

İki üç üniversite bitirip, büyük bir makama oturabilirsiniz, büyük paralar kazanabilir, büyük evlerde lüks otolarda yaşabilirsiniz, hatta yılda birkaç kez yurtdışında tatil de yapabilirsiniz, kendinizi çok eğitimli halde kültürlü görebilirsiniz de; ama Oğuz Atay’ın anlattığı gibi; “Bana yaşamayı öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler.”

 Yaşam ile ilgili  ne kadar cahil kaldığının sadece nefes alıp veren bir canlının örneği olursunuz…

Nazım Hikmet’in bilinen bir şiiri vardır; ‘Yaşamaya Dair.’

“Yaşamak şakaya gelmez,/büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/bir sincap gibi mesela,/yani, yaşamının dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,/yani bütün işin gücün yaşamak olacak./Yaşamayı ciddiye alacaksın,/(…)/yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,/hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,/yaşamak yanı ağır bastığından./(…) Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, /yani, beyaz masadan,/ bir daha kalkmamak ihtimali de var./(…) Diyelim ki hapisteyiz,/yaşımız da elliye yakın,/ daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının./Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,/ insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla/ yani duvarın ardındaki dışarıyla./Yani, nasıl ve nerede olursak olalım/ hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

Yani bu yazı kulak misafiri olduğum konuşmalardan  çıktı..

Yaşamak üzerine..

Şöyle düşünelim,  şimdi, biz nasıl yaşıyoruz, yaşama nasıl bakıyoruz?

Veya biz yaşıyor muyuz?

ŞABAN BAĞCI