Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen birkaç gün önce biz gazetecilere iftar yemeği verdi, iftar sonrasında da mikrofonu eline aldı. Sevgili Büyükerşen, her zamanki eğitimci tavrı ile yerel gazeteleri eleştirdi ve iyi bir gazete okuyucusu olduğunu da gösterdi aslında. Çünkü Büyükerşen “Her gün gazetelere bakıyorum 8 tane gazete var hepsindeki haberler aynı” dedi. “Yoksa aranızda ajans mı kurdunuz” diye de esprili bir dille gazetecileri eleştirdi. “Bari manşetleri farklı atın, araştırmacı habercilik, atlatma habercilik kalmadı” diye de devam etti. 

Büyükerşen’in merakını gidermek adına yazıyorum. Elbette gazeteciler aralarında bir ajans kurmadı, ancak neredeyse tüm haberleri birlikte yaptıkları için adı konmamış resmi olmayan bir ajans durumu da var diyebiliriz. Gazetecilerin birbirine destek olması ve yardımlaşması, haberleri paslaşması bir yere kadar uygun ve doğru diye düşünüyorum. O sınır nedir peki, özel ve araştırma haberleri sınırdır, yani gazeteci kendi emeğini özel haberini paylaşmaz, paylaşmamalı tabi…

Şimdi gelelim tüm gazetelerin haberlerinin neden aynı olduğuna; birincisi yerel gazetelerin bir, iki muhabiri var, bu muhabirler günlük rutin haberleri takip etmek dışında başka bir şey yapabilecek zamana ve olanaklara sahip değil ne yazık ki? Buna rağmen kendi sınırlarını zorlayarak, bin bir emek ile özel haber yapan genç muhabirler yok mu elbette var, ama gazetecilerin çalışma koşulları o kadar zorlu ki onların da çoğu zaman şevklerinin kırıldığını, çok daha fazlasını yapabilecekken olanaksızlıklardan yıldıklarını biliyorum. 

Yerelde çalışan gazeteciler her gün belli bir sayıda haber götürmekle sorumlu, yazı işleri müdürlerinin beklentilerini yerine getirmekle yükümlüler. Bir başka deyişle, gazetecilerin müdürlerine; "Bugün elimde haber yok ya da bir iki haber var çünkü bir araştırma haberi yapıyorum, ya da özel bir haber ile ilgili çalışıyorum” deme lüksleri yok. Ya da en azından ben hiç görmedim, öyle bir müdürle çalışmadım. Zaten uzun çalışma saatleri, düşük ücret, memnuniyetsiz ve yaptıkları işleri takdir etmeyen yöneticilerle çalışmak zorunda kalan gazeteciler de ne yazık ki günü kurtarma derdine düşüyor çoğu zaman. Çoğu zaman idealist olmak, araştırmacı gazetecilik yapmak bu koşullarda olanaksızlaşıyor. Bir de yaptığınız haberin gazete sahiplerinin, reklam vb .ilişki içinde olduğu kuruluşlar ya da firmalara dokunmaması gerekiyor, bu tür haberler en hafif şekilde “Ya başka konu mu yok, bunu mu buldun?” şeklinde eleştirilere maruz kalabiliyor.

Yerelde artık bir bülten haberciliğinin yerleşmesi, tüm gazetelerde aynı haberlerin çıkmasının bir diğer nedeni, öyle ki bazı basın açıklamalarını takip eden gazeteci arkadaşlarıma bakıyorum, bülteni okumaya bile gerek duymuyorlar, yani bültende birilerine hakaret olsa ya da “Eskişehir’de uzaylılar dolaşıyor” diye yazsa bundan haberi olmayacak. Sonra bülteni yazarken de sadece bu satırları basın açıklaması yapan kişin ağzından aktarmakla yetinecek. Şunu demek istiyorum; ne kadar önemsiz ya da gereksiz olduğunu düşünürse düşünsün gazetecinin hiçbir basın açıklamasını önemsememesi söz konusu olamaz. Hangi basın açıklaması olursa olsun, konunun okunması ve Eskişehir’i ilgilendiren ve sorulması gereken konular varsa sorulması ve bu açıklamadan halkın doğru bilgilendirilmesini sağlayacak bilgilerin aktarılması gerekiyor.

Gazetecilerin çalışma koşulları dışında aslında bülten haberciliğini yaygınlaştıran yükselten en önemli kırılma noktalarından biri; eski Vali Mehmet Kılıçlar’ın kamu kurumlarının, müdürlerinin yöneticilerinin Valilik izni olmadan açıklama yapmalarını yasaklayan uygulamasıdır. Kılıçlar sonrasında gelen diğer valilerde de durum değişmemiş, yasak artarak sürmüştür. Eskiden randevu ile hatta bazen çat kapı gittiğimiz yöneticilere ulaşmak, onlardan bilgi almak çok çoook zorlaştırıldı. Şöyle ki; diyelim ki Milli Eğitim Müdürü ile söyleşi yapmak ya da bir konu hakkında bilgisini almak istiyorsunuz, önce “Ben görüş almak istiyorum” diye dilekçe yazarak Valilik makamına iletiyorsunuz, sonrasında valilik makamından izin çıkarsa görüşüyorsunuz, görüşler de tabi valilik makamının izin verdiği ölçüde açıklanabiliyor. Yine diyelim ki; siz orman yangınlarının nedenlerine ilişkin bilgi almak istiyorsunuz, ama Orman Bölge Müdürü’ne öyle geç ulaşıyorsunuz ki zaten yangın sezonu bitmiş oluyor. Haber bayatlıyor, anlamı kalmıyor. 

Orman demişken, anmadan geçmemeyim, gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda orman bölge müdürlüğü yapan Sıtkı Küçüköz vardı. Ne zaman kapısını çalsak, ya da soru sorsak bize geniş geniş anlatır, hiçbir zaman yanıtsız bırakmazdı. Diğer yöneticiler de bir telefon uzağımızdaydı, onlar olmazsa, basın danışmanları sorularımıza mutlaka dönerdi. Yani aslında devleti temsil eden Valilik, Eskişehir’de büyük bir sansür uyguluyor ama ne hikmetse bunun sansür olduğunu kabul etmiyor. “İsteyen izin alıp sorabilir” demenin basına özgürlük tanımak olduğunu düşünüyor tuhaf bir şekilde…

Özetle 8 gazetenin haberleri aynı, çünkü kurum temsilcileri dilerse basın açıklaması yapıyor, öbür türlü onlara ulaşmak soru sormak büyük zaman ve çaba gerektiriyor.

Sevgili Büyükerşen’in tüm gazetelerde aynı haberlerin çıkması konusundaki eleştirilerine kısmen katılıyorum ve gazetecileri eleştirirken bunu gerçek bir eğitimci gözüyle Eskişehir’de yerel basının ve gazetecilerin gelişmesi adına yaptığına inanıyorum. Bu nedenle Büyükerşen’in bu 8 gazeteyle ilgili sorusuna açıklık getirmek istiyorum. Tabi biz gazeteciler gelişebilmek ve daha iyisini yapabilmek için eleştiriye, farklı görüşlere açık olmak, herkesten önce kendi kendimizi eleştirmek zorundayız. Daha çok okumak, gündemi takip etmek zorundayız, kentin sorunlarını araştırmak, her mahalleden gelen şikayete, her sorun telefonuna ya da e-mailine duyarlı olmak zorundayız. Bu işin kendimizle ilgili boyutu ve çoğu meslektaşımın bu anlamda işini en iyi şekilde yapmak için özveri ile çalıştığına tanık oluyorum.

Tabi bir de diğer tarafları var, yani haberlerin aynı olmasının diğer nedenleri özetle: “Uzun, dengesiz çalışma saatleri ve düşük maaşın getirdiği tatminsizlik hissi ve bir süre sonra beliren boşvermişlik. Yapılan işin değer görmemesi, neyin haber değeri taşıdığından, haberin nasıl yazıl gerektiğinden habersiz yöneticiler, kendi tatminin peşinde olan müdürler ve yöneticiler, gazetecilikle ilgisi olmayan tüccar patronların getirdiği kısıtlamalar ya da tam tersi yaptırdığı ısmarlama haberler, köşe yazıları. Yine aynı zihniyetin elemana niye para veriyorum, ajansa abone olur aynı haberleri girerim düşüncesi, Valilik tarafından getirilen ve basın özgürlüğünü kısıtlayan sınırlandıran kurallar, mesleğimizin itibarsızlaştırılması, ucuz eleman çalıştırmak adına sürekli değişen stajyerler, 1 yıl çalıştırılıp yollanan muhabirler, eğitimini almadığı halde bilgisizce gazetecilik yaptığını sananlar, gazeteciliği bir meslek değil de adını duyurma, kendini parlatma aracı olarak kullanan isimler…

Sevgili Yılmaz Büyükerşen, umarım merakınızı bir nebze de olsa giderebilmişimdir, şu an aklıma gelen nedenler bunlar, sonra yine yazarım…