Rahmetli Ahmet ağabey yaşı 60`a vurduğu günlerde hasta yatağında yatarken taa ilkokulda giydiği yavrukurt elbisesini dolaptan çıkartıp göstermişti. Evet, bir dönem insanlarımızda tutku ve koleksiyon merakı ile yaşanan önemli olayları kaydetme, hatıra tutma alışkanları vardı. Benim de  bölük pörçük kareli defterimde bazı notlar var… Anımsamıyorum ama, 1945 yılında Eskişehir şiddetli bir kış geçirmiş. Kar uzun süre kalkmamış, saçaklardan kol gibi buzlar sarkmış, yakacak sıkıntısı çekilmiş ve evlerde tek odada yatılıp kalkılmıştı.
O yıllarda babamın yaşı 30’u aşmış… Annemin babası ise 46 yaşında dünyadan göçmüş.
Elli yıl öncesinin Eskişehir’inde yaşanan önemli olaylardan biri de Demokrat Parti’nin kazanması kadar Hafız Hoca’nın Denizli cinsi yumurtadan çıkan civcivini kapan kediye silah atması…
Sonra yamyamlar gelmiş Eskişehir’e… Bilmem neden 1953 senesinde birileri insan etinin yendiğini ortaya atmış, kimse kıra bayıra çıkamaz olmuş ve 53’te DP genel af ilan ederek cürüm işleyen tiryakilerin halkla bütünleşme sendromunu gündeme getirmişti. İlk kez asfaltla karşılaşmıştı kent. Vilayetin önüne varillerle asfalt denilen, zift tabir edilen karasakız dökülüp parke taşlarının üzeri kaplanmıştı.
Metz marka radyo almışız evimize, Optimus marka pompalı gaz ocağı ve bir de vitesli bisiklet… Kişiye özel değil, tüm hane halkının kullanımına… Abdullah Yüce’yi dinliyoruz “Bu ne sevgi ah! Bu ne ızdırab, zavallı kalbim ne kadar harap…” Sigaraya zam gelmiş “Yenice” 35 kuruş olmuş. Tedavülde gümüş elli kuruşluklar var…
Ve Eskişehir’de sinemaya tutku yaşanıyor. İstanbul’dan sonra en çok film seyredenler Eskişehirliler.
Notlarımın arasında Leyland marka kırmızı otobüslerin gelişi var…
Odunpazarı ve İstasyon’a biletler tam on kuruş, indirimli 5 kuruş. Biletçi geziniyor otobüslerin içinde oturmadan.
Şehirlerarası otobüs yolculuğu maceralı… Sabah çıkıp akşama Bursa’ya… Sabah çıkıp öğleye Kütahya’ya varılıyor. Bursa’dan çakı aldın mı bana?.. Kütahya’dan bir şey alınmadığını yazmıştım. Üç lise var o yılarda ortaokul içinde.  Lisenin sayılı çok değerli öğretmenleri var. Gördüğümüzde mutlaka hazır ola geçip selam verme yarışı boynumuzun borcu… Yine o yıllarda bir kuraklık yaşanmış. Uzun süre bir damla yağmur düşmemişti… Beni de götürmüşlerdi yağmur duasına, “El açsın, sabidir belki vesile olur rahmete”, diye. Ve gerçekten dua sonrası Kavacık’tan sel ile beraber inmiştik Sultandere’ye…
Bilmem kimin yüzü suyu hürmetine…
Köyden kaymak koydular şehre gelirken bir kaba, çay ve şekerle iade eyledik kabı…
Nerden çıktıydı bu konu? Ha… İnsanlar eskiden  tutkuluydu demiştik… Kendince değer verdikleri vardı…
Unutamadıkları vardı, şimdi günler çok şey getirdi. Ağzımızdaki dişleri tek tek sökerek… Kim bilir ne oldu çocukluğumdaki süt dişlerim? Kurşunlu Cami’sinin duvarındaki kovuklara koymuştum üşenmeden  giderek.