söyleşi: Selma Güder

Es Gazete’nin  “Susuz hayat, Tarımsız dünya olmaz ” başlıklı röportajlarından ikincisi ile birlikteyiz. Konuğumuz,  Azmi Caz.

Keskin’de tarım ve hayvancılık açısından öncüsünüz ve “İlklerin Çiftçisi” olarak biliniyorsunuz. Bilgi verir misiniz?

Simmental inekleri Keskin’e ilk getiren benim. Damla sulamaya Keskin’de ilk geçen benim. Sebze-meyveyi Keskin’de ilk üreten benim. Şu anda sebzecilik ve hayvancılık yapmasam da, en iyisini biliyorum. Mesela; röportajımızdan önce bir hayvanın doğumunda bulundum.

Keskin’de hangi tarım ürünleri yetiştirilmektedir?

Yukarı Söğüt önü, Aşağı Söğüt önü’ nün bir kısmı,  Keskin’in tamamı çok verimli topraklardır ve burayı Eskişehir’in Çukurova’sı olarak nitelendirebiliriz. Kıraç alanlarda özellikle; arpa, buğday başta olmak üzere, nohut, tritikale, sulu alanlarda arpa, buğday azalmakta olduğundan, yerine mısır, şekerpancarı, yonca, fasulye, patates aklınıza ne geliyorsa, ekolojimize uygun olan her şeyi yetiştiriyoruz.

Kırsaldan kente göçte, Keskin nasıl etkilendi?

Keskin; göç veren değil göç alan bir bölgedir. Özellikle 1999 depreminden sonra,  yüksek binalarda oturan insanlardan köyümüze yerleşmeyi tercih edenler oldu ve kentleşme başladı. Mahallemiz şehir merkezine 15 kilometre uzaklıkta. 1980’li yılların başından beri belediye otobüsü de çalışmaktadır. Keskin şehrin nimetlerinden uzun yıllardır faydalanıyor aslında. Gübre, mazot pahalı, çiftçilik yapmayacağım,   hastam var, yaşlandım, çocuğum okumaya gitti, oğlum-kızım evlendi şehre gittiler, ben de gideyim diyenlerin sattığı arazilerden dolayı kentsel baskı da oluştu. O gün iyi gibi görünen durum bugün aksine döndü! Toprağımızın verimi yüksek, değerli ve bina yapılmayacak kadar da özel!  Eskiden;  çiftçilik yapan arkadaşlar, amca, dayı, yeğen birbirimizin tarlasından hayvan otlatmaya ve tarlaya giderken geçerdik. Ama şimdi mahallemize şehirden gelip villa yapan ve yaşayan çok aile olunca,   geçilemiyor. Hayvan kokusu, sesi, toz, çamur vb. var diyenler de oluyor tabii ki…  Burası üretim yapılan alandır. Bu konularda tarım ve hayvancılık yapan çiftçiler olarak, rahatsızlığımız var.

Keskin Sulama Kooperatifi başkanısınız. Eskişehir’de tarımsal üretim amacıyla sayaç kullanımına ilk geçen yer Keskin. Sayaç sistemi nasıl işliyor?

“Evet,  2014 yılından bugüne Keskin Sulama Kooperatifi başkanıyım. Devletimizin yaptığı bir yatırım var burada. 2011 yılında 50 milyona sadece hat döşemesi yapılmış. Ciddi bir rakam! Her gün 3-5 kişi arıyor beni.  Yer aldım, tarımsal faaliyet yapacağım, kuyuya ihtiyacım var. Sulama hattını bertaraf edip,  buraya derin kuyu kazacağım” diyor. Bunda asıl amaç elektrik almak.  Su var oldukça, çiftçimize sezonun başından sonuna kadar su sağlıyoruz aslında.  Tabii ki;  biz bu kişilere olumlu cevap veremiyoruz. Vermek de istemiyoruz. Çünkü burası tarım yapılan arazi. Ve yeraltından borular geçiyor zaten.  2014 yılında yönetim kuruluna seçildiğimizde, ilk iş olarak sayaç aldık.  O zaman Eskişehir’de bunun örneği yoktu. Tek bizdik. Şu anda sayaçlı kooperatif sayısında çoğalıyoruz, çoğalmak zorundayız da! 7 yıl öncesine kadar;  vanayı açıp, suyu istediği kadar alıyordu çiftçi. Ancak 7 yıldır,  Yukarı Söğüt önünde ve Keskin’deki çiftçilerimiz sulama yapmak için gelip, kooperatifimizden kartını alıp, bedelini ödüyor ve gidiyor. Sayacını açıp sulamasını yapıyor. Sulama bitince tekrar kartını takıp, kalan suyunu geri alıp, sulamayı sonuçlandırıyor. Olur ya, su biterse, sistem uyarı veriyor, su gelmiyor.  Aslında sistem çok güzel. Biz bunu başardık. Lakin başaramadığımız nokta; hangi bitki ne kadar su ister, hangi çiftçi neyi ekmiş, ne kadar ekmiş, ihtiyacının hesaplamasını yapıp, o kadar su vermek! Kooperatif olarak hedefimiz bu idi. 

Geçen yıl pandemiden dolayı sayaçlarda problem yaşadık. Sayaçlarımızın parçaları Çin ve İtalya’dan geldiğinden, arızalandığı için gönderdiklerimizden halen bize dönmeyenler var. Bu durumdan kaynaklı olarak, suyu bedava kullananlar oldu. Sayaçları söküp alırsınız ancak; çiftçi ve üretim ne olacak? “Susuz Hayat Tarımsız Dünya Olmaz” cümlesindeki gibi. Sayaçlarda, mekanik kısımlar var, okuyabildiğimiz kadar okuduk bizlerde. O süreçte tamamen de başarılı olduğumuz söylenemez. Vatandaşın tepkisi. Her şeye rağmen bazı şeyleri yapamıyorsunuz.  Aslında buradaki amaç, az önce de belirttiğim gibi, ürüne göre su vermek.  Bunu tam başaran yerler varsa, ülkemizin hangi ili olursa olsun, gidip incelerim.

İDOLÜM BEYAZ ALTIN KÖYÜ MUHTARI

Ayrıca; Keskin Sulama Kooperatifi’nin kurulması kesinlikle zaruri idi. Bizlerin de o dönem katkımız olduğunu düşünüyorum. Halen 280 civarında üyemiz var. Kooperatifimizin borcu yok. Giderlerimizi karşılayacak bütçeye sahibiz. Pandemi öncesine dek; kalkınma ve sulama kooperatifleri olarak toplantı yapardık. Genellikle;  bizlere yöneticilik bilgisi verirlerdi. Ancak; her nedense toplantıda ana madde borçlar olurdu. Ben ilk seçilip, gittiğimde, “Biz sayaç aldık. Bize nasıl yardımınız olursunuz?” diye soracaktım. Katılan diğer kişileri dinleyince; “senin hiç sorunun yok” dedim kendi kendime ve sorumu sormaktan vazgeçtim. Allah’a şükür; kendi ayakları üzerinde durabilen 3-4 kooperatiften birisiyiz.  İdolüm Beyaz Altın Köyü muhtarı, aynı zamanda Beyaz Altın  Sulama Kooperatifi Başkanı, eski Kızılay Başkanımız Yüksel Girgin’dir. Onu da yakaladık. Rakip değil, omuz omuza yürüyoruz. Eskişehir’in en başarılı 2 koopetafinden birisiyiz.  

Tarımsal destekler konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Yaşadıklarınızı örneklendirerek paylaşır mısınız?

Desteklemeler çok iyi niyetle başlamıştır. Ancak maalesef aracının lehine çevriliyor. Bugün makina ekipman desteği yapılacağı açıklanır, 10 lira diyelim. Vatandaş gider makinayı alır. Önce destek çıksın, git sonra makinanı al. Çiftçiler olarak en büyük sorunumuz bu. Biz kendimize çok güveniriz. Destek çıkmadığında da 10 liralık makinayı 20 liraya almış oluruz. 10-15 gün önce, Sayın Cumhurbaşkanımız dedi ki: Gübre fiyatlarındaki fahiş artıştan dolayı, gübre desteklemeleri iki katına çıkarılmıştır. Ertesi gün gübreye zam geldi. Destek nereye gitti soruyorum, aracıya gitti.

ANALİZ FİYATLARI DÜŞÜRÜLMELİ

Mesela balya makinası. 20-25 bin. İlk destekleme çıkınca makine 50 bin oldu. Mazot, gübre desteği. Özellikle gübre fiyatları uçtu gitti. İnanın çoğu çiftçi çeşitli bankalardan kredi kullanarak gübresini temin edecek. Topraklarımızın kıymetini bilmeliyiz. Aşırı gübrelemeden kaçmamız gerekiyor.  Bir taraftan baktığınızda ülkemizde gübre yeterince kullanılmıyor.  Sebebi;  pahalı geliyor,  olduğu kadar diyoruz. Diğer taraftan da fazla kullanılıyor. İkisi de yanlış. Gübre kullanımı tamamen toprak analizi sonucuna göre olmalıdır. “Analiz yaptırmazsan destek vermem” deniliyor.  Analiz fiyatları da, kullanılan kimyasallardan dolayı çok yüksek. Devletin verdiği destek analiz bedelini kurtarmıyor.  Fiyat daha düşük olsa, çiftçi toprak analizini yaptırıp, buna göre toprağını işlese, birim alandan alacağı verim daha yüksek olur. 

Size bu konuda önemli bir hususu da belirtmek isterim. ÇKS(Çiftçi Kayıt Sistemi)  başvurusu yaparken toprak analiz sonuçları da verilir. İşte bu konuda;  kural dışına çıkanlar da oldu! Adamın tarlası 50 dönümden yukarı diyelim. Tarlayı temsil eden toprak örneklerinin belirli kriterlere uygun alınması gerekir. Ama işine kolay geldiğinden ya da bilinçsizliğinden tarlanın tek yerinden ya da bırakın tarlasına gitmeyi evinin kenarından aldı. Sonra da   “Ver desteklememi” dedi. Böyle yapanlar da var ne yazık ki! Amacımız ne idi? Birim alandan alınan verimi yükseltmek. Toprağı kirletmeden kullanmak.  İhtiyacı kadar gübre vermek. Ne oldu amacından çıktı iş!  Zaten toprak analizlerindeki fiyat artışları en çok bundan oluyor.  

“Susuz hayat, tarımsız dünya olmaz” Sizce?

Başlık çok doğru! Nasıl doyacak İnsanoğlu? Susuz yaşam da, susuz tarım da olmaz. Yaşam varsa gıda vardır. Gıdayı üretmek için suya ihtiyaç vardır. Aynı zamanda su yaşamsal bir kaynaktır. Bugün geldiğimiz noktada sularımızın azaldığını, kuraklığın tehlikeli boyutlarda olduğunu açıkça görmekteyiz. Kuraklık deyince yağmur yağmaması veya az yağmur yağması gibi algılanıyor vatandaş arasında. Oysaki kuraklık bu demek değil!  Yağışların zamansız, düzensiz,   ani, baskın, sel şeklinde yağmasının toplamı kuraklığı oluşturur. Benim köyümde 2-3 haneyi su bastı geçen yıl. Biri; hayvancılık yapan işletme idi. Hayvanlar selden zor kurtarıldı. Sel baskını şeklinde yağışın bir faydası yok. Şöyle bir şey olabilir. Bizim köyümüzün arkası yani kuzeyi, bozkırın derelerinden tepelerinden oluşur. Şahsi görüşüm;  buraların önüne küçük setler yaparak, baskını önlemiş hem de biriken suyu farklı amaçlarda kullanabiliriz. Bu tür tedbirlere başvurmalıyız. Yoksa yağış rejimini değiştirecek gücümüz yok.  Tedbirsizlikten bu hale geldik. Doğayı kendi elimiz ile katlettik.

Gelecek nesillere miras bırakabilmek ve sürdürülebilirlik açısından suyumuzu bilinçli kullanmalıyız. Bu da, eğitim ile olur. Afrika’dakiler de insan. Görüyoruz dünyanın kuraklık ile mücadelesini. Birileri gelecek, size bir kuyu kazacak. Siz buradan tulumba ile su çekeceksiniz. Suyumuz halen varken, bilinçli kullanalım. Develeri vurmaya gerek yok. Develer de yaşasın.

Türkiye’de tespit edilen 2 yerden biri olan Keskin’in dâhil olduğu Desire Projesi nedir?  Konya gezinizden de bahseder misiniz Azmi Bey?  

2007-2012 arasında bizzat katıldığım, öncülüğünü Hollanda’nın yaptığı, AB projesi olan DESIRE “Küresel değişim ve ekosistemler”den bahsetmek isterim. Dünyanın dört bir yanından 28 ortak kurumun ( STK, üniversiteler, araştırma enstitüleri, küçük ve orta ölçekli işletmeler) dahil edildiği proje için, dünyadan 16 nokta belirleniyor. İkisi Türkiye’den. Bu iki noktanın biri Konya Karapınar Kapalı havzası, diğeri Eskişehir Keskin Gölet havzası. Karapınar’da rüzgâr erozyonu,  Eskişehir’de su erozyonu üzerine çölleşmenin azaltılmasına, arazilerin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmıştı. Keskin havzasında,  yukarıda, kuzeyde Eskişehir’in son köyü olan Uludere vardır. Sonra Bilecik’e geçilir. Burası dağlık olup,  yağışlar ani baskın olunca,  tepedeki toprak aşağıya aşınınca karagül deresine gelir ve burada alüvyon oluşur. Keskin; Gölet Barajı’nın kurulduğu deredir. Burada su birikir.  Bu projeye Keskin çiftçileri olarak dâhil edildiğimizde,  yukarıdaki toprak kalınlığının 2 santimetreye,  göletteki toprak birikmesinin 35 santimetreye,  yükseldiği söylenmişti. Baraj toprakla doluyor. Arkada, bitki yetiştirilecek toprak kalmıyor. Proje kapsamında, 5 yıl gittik geldik buraya haftada 3-5 gün olmak üzere.  Sonra da Konya’ya götürdüler bizi. Oradaki durumu görelim diye! Karapınar’daki yer daha farklı. Bildiğimiz Sahra Çölü. Yerleşim yeri terk edilmiş. Aşırı otlatma yapılmış. Yiyecek yapmak için, “gelen” deriz biz,  özellikle keçilerin çok sevdiği dikenleri sökmüş insanlar. Sonuç hüsran! 1940- 1950’li yıllarda, uyanık bir kaymakam kamışlardan rüzgârı kesebilmek için setler yapmış,  ana yola toz taşınmasını önlemek için. Gelecek nesiller bunu görsün diye küçük bir alan bırakılmış. Cetvel gibi kısa dereceler takılmış. Yıllara göre de fotoğrafları çekilmiş, takip edilmiş. Bakınca;  yılın birinde tepe bir yerde,  sonra öteki tarafa geçmiş, yer değiştirmiş yani.  Kemal Sunal ile Şener Şen’in Tosun Paşa filmindeki çöl sahnesi aklıma geldi, o manzarayı görünce. Projemizde; Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mehmet Zengin hoca anlatmıştı. O zamanlar;  Patatesçiler “Buraya patates ekeceğiz” diye valiye baskı yapmışlar. Vali bey de ektirtmemek için direnmiş.  Orası önlemini almış. Bir sorun da, derin kuyulardan suların çekilmesi. Obruklar oluşmuş. Unutamadığım hazin anılarımdan birini yaşadım o gezide.  Dünyanın tarihi kadar eski obruklardan birine inerken düşüp, bileğimi kırmıştım. Altı kösele ayakkabı giymiştim Konya’ya geziye gidiyorum düşüncesiyle. Obruğa indin mi? Derseniz inemedim, hastanede aldım soluğu çünkü! O zamanlarda 2020’lerde kuraklık hissedilecek denilmişti, lakin biz bu kadar hızlı ilerlemez diyorduk.  Ancak; 2018 yılından bu güne hepimiz görüyoruz ve yaşıyoruz.

Ürün planlanması ve adaptasyon önemli diyorsunuz. Kısaca açıklar mısınız?

Tarım ve hayvancılıkla ilgili bakanlıklar;  ürün planlaması yapmalı. Biz ailece, yaz aylarında kışlık ihtiyaçlarımızı temin eder ve hazırlık yaparız. Tüketimimize göre hesaplar, tarhana, bulgur, salça, peynir, turşu gibi yiyecekler hazırlarız. Tarım Bakanlığı da planlamalı. Eksik çıkarsa ithal eder alır. Fazla çıkarsa satar veya stok yapar.  

Belçika’ya gittiğimde gördüm.  İnsanlar hep sarı, neden dedim? Türkiye, Yunanistan esmer. Biz orada üşüyorduk. Güneş yok ülkede. O insanları ülkemize getirirseniz ne olur? Olur mu? Demek ki;  taş yerinde ağardır. Dışarıdan gelen tohum da, hayvan da uzun ömürlü olmuyor. Neden? Adaptasyonu tam değil buradaki koşullara. Üniversiteler, araştırma enstitüleri getirsin,  denensin, tamam. Ama çiftçi boyutunda yaygınlaştırılmasının sonuçları ağır oluyor. Mesela Saanen ve Romanov ülkemize zamanında getirildi, bana göre yanlış seçimlerdir.   

Covid-19 döneminde çiftçinin durumu sizce nasıl?

En çok etkilenen sağlıkçılarımız oldu.  Canlarını ortaya koyarak çalıştılar ve aynı özveri ile çalışmaya devam ediyorlar.  Lakin biz çiftçiler ve üreticiler de;  arazide, tarlada idik,  canla, başla çalıştık. Gerek bitkisel, gerekse hayvansal üretime durmaksızın devam ettik. Alnımızın teri yeterince verildi mi? Bakmak lazım. Dolar yükselmiş. Girdileri dışarıdan alıyoruz. Tohum (yerli kullanmak tarafında olsak da), gübre, mazot gibi, masraflarımızı karşılayabiliyor muyuz?

Kırsal kalkınmaz ise, ülke kalkınmaz.    

“Susuz Hayat Tarımsız Dünya Olmaz”  röportajımızda verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ediyorum. Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Suyumuz ne kadar çok olursa olsun, idareli kullanmalıyız. Kimyadaki adı; H2 O olsa da, kimyasal değil. Laboratuvarda su üretemezsiniz. Aynı şekilde gıdanın kendisi de laboratuvarda üretilmez. Üretim tek başına olmaz. Toprak, hava ve su ile mümkündür. Suyumuza sahip çıkmalıyız. Doğamıza sahip çıkmalıyız.

Azmi Caz kimdir?

1969 yılında, o zamanlarda merkeze bağlı, bugün Tepebaşı ilçemizin mahallesi olan Keskin’de çiftçilik ile geçimini sağlayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Tüm yaşamımı çiftçilik ile kazandım. Geçmişten bugüne çiftçilik haricinde geliri olmayan biriyim. İlk ve ortaokulu Keskin’de, liseyi ise; Eskişehir’de Motor Meslek Lisesi’nde tamamladım.  Anne ve babamı peş peşe kaybedince, 15 yaşımdan sonra çiftçiliğe bizatihi devam ettim. Kurulu düzenimiz vardı ancak; başımızda bize yol gösterecek bir büyük, idareci kimse yoktu.  O dönemde; Avrupa’dan emekli olup, gelmiş amcam “Ali Caz”  abim ve benim için babadan öte oldu. Babamızdan kalma çiftçiliği, amcam ile birlikte devam ettirmeye başladık. Amcam işin ticari boyutunda, biz çalışma kısmında idik. İlerleyen yıllarda,  bu işin bize az geleceğini, benim çiftçiliğe daha yatkın olduğumu, kardeşimin Avrupa’ya gitmesi gerektiğini söyledi. Ve kardeşimi oğlunun yanına Belçika’ya yolcu ettik. Halen kardeşim orada. Zamanla işimizi ilerlettik. Amcam;  “senin idare ettiğini görene kadar seninleyim,  sonra kenardan bakacağım”  derdi.  Ben işimi düzene koyduktan sonra, ancak 3-5 yıl kenardan bakabildi. Sonra kaybettik amcamı. Onun beni kırbaçlayan ve cesaretli kılan şu lafını hiç unutmam! “Yürü ben arkandayım”.   Halen aynı cesaretle devam ediyorum, huy edinmişim.

Editör: TE Bilişim