SÖYLEŞİ: SELMA GÜDER

 Değerli Öğretmenim Mehmet İlhan, söyleşimize hoş geldiniz. Nerede doğdunuz?

Ankara’nın Nallıhan ilçesinin bir dağ köyünde, karanlık bir gecede doğmuşum. Bir çula sarmışlar beni, al yaşa demişler bana kaderini. Kaderimle beraber büyüdüm, beraber dolaştım, sokak sokak, karanlık geceler içinde yapayalnız ağlayarak…

elestiren-arastiran-sorgulayan-insanlarin-yetismesi-icin-ugrastim (4)

Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz, mesleğin sizin için anlamı nedir?

Öğretmen olmayı küçük yaşlarda aklıma koymuştum. Fakir bir köylü çocuğu olduğum için yatılı okumam gerekiyordu. Ortaokuldan sonra, sekiz okulun sınavına girdim. Hepsini kazandım. Sayısal bir kafaya sahip olduğumdan, Türkiye çapında on ikinci sırada yer alarak Maliye Meslek Okulu’nu kazandım. İlk kazandığım okul burası oldu. Babam bu okulu istedi. Tüm evraklar hazırlandı. Ankara’da, ilk meclis binasının arkasındadır bu okul. Öğretmen okulu sınav sonucu sonra belli oldu. O tarihlerde babamla; Hacettepe Üniversitesi’nin oradaki akasyalığın içinde tartıştım. Elimdeki Maliye Meslek Okulu’nun yüklenme senedi ve tüm evrakları yırttım, attım. “Öğretmen okuluna gideceğim” diye, benim tabirimle zınardım. Babam ağlayarak kabul etti. Ve 1967 yılında derece ile mezun oldum. Müzik dersinden aldığım düşük not, birinciliğime engel oldu. Şöyle bir şey demiştim kendi kendime. “Öğretmen olacaksın, yılların sömürdüğü, ağaların kemirdiği, şeyhlerin, dervişlerin gözlere perde çektiği bir yoklar diyarına gideceksin.”

elestiren-arastiran-sorgulayan-insanlarin-yetismesi-icin-ugrastim (5)

 Öğrencilik yıllarımda da gördüğüm bu idi. Şu anda da aynı noktadayım. Bugün sabah televizyon izlerken, çiftçinin girdi maliyetlerinin yüzde 138 arttığı bir ortamda, gıda fiyatlarının az bile olduğunu, daha da artabileceğini söyleyen kişileri can kulağı ile dinledim. “Öğretmen olunca, bütün kötülüklerin üstesinden geleceğiz!” düşüncesi kafamdaydı. Hani denize bir taş atarsınız, o taş gittikçe büyüyen halkalar oluşturur ya. Ben de öyle düşünmüştüm. Ama kazın ayağının hiç de öyle olmadığını hayata atılınca gördüm. 

Nerelerde öğretmenlik yaptınız?

Öğretmenlik okulunu derece ile bitirdiğim için Eskişehir’i istedim. Çünkü köyüm Ankara’ya 200 kilometre, Eskişehir’e 90 kilometredir. Çekilen kurada Eskişehir’in en uzak, yolu, ulaşımı olmayan Ermelek köyüne tayinim çıktı. 1967’nin Temmuz ayında orada göreve başladım.

Çenemin düşüklüğünden mi diyeyim, haksızlığa tahammül edemediğimden mi diyeyim, sık sık yer değiştirmek zorunda kaldım. Bir sene Ermelek ’te, bir sene Obruk ’ta kaldım. Daha sonra asker öğretmen olarak Afyon’a gittim, sonra Eskişehir’e döndüm. Kalan meslek hayatım burada geçti. Merkezdeki Edebali ilkokuldan da 2002 yılının sonu itibarıyla emekli oldum.

Az önce; çiftçi, girdi maliyetleri ve gıdayı içine alan bir cümle kurdunuz. Çocukluk, gençlik ve öğretmenlik yılları ile devam eden hayatınızda tarım ve hayvancılık ile ilgilendiniz mi?

Evet. Meslek hayatımın içinde tarımsal faaliyetlere başladım. Bunlar nedir diye sorarsanız? Besicilik, arıcılık, sonrasında yumurta ve besi tavukçuluğu şeklinde devam etti. Öğretmenlik yıllarımda işin ticari bölümü ile uğraşmamıştım. Fakat emekli olunca; tavukçuluğu ticari olarak yaptım. Ticarette maliyet söz konusu değildir. Aldığına göre satarsın, masrafını korsun. Ancak; üretimde, tarımda maliyet söz konusudur. İktidarlar eğer ki üreticiyi korumuyorsa, üretici çok güç durumda kalabilir. Aynen bizde olduğu gibi; evini, damını, köyünü terk ederek, şehrin varoşlarına gelir, yerleşir. Sonucunda çarpık kentleşme olur, üretim düşer. Düşen üretim de maliyetleri arttırır. 

elestiren-arastiran-sorgulayan-insanlarin-yetismesi-icin-ugrastim (3)

Meslek hayatınızda ilk aklınıza gelen öğrencileriniz ile ilgili anılarınızdan bahseder misin Mehmet öğretmenim?

Acı-tatlı birçok hatıralarım oldu. 1950’li-1960’lı yıllar… İlk görev yerim beş öğretmenli bir okul ve ben okul müdürü idim. Bir öğrencim, eğitmen amcaya bıçak çekmişti. Affınıza sığınarak söylüyorum, o öğrenciyi pataklayıp, okuldan atmıştım. 222 sayılı yasaya göre; 14 yaşını bitirip, 15 yaşına girdiği ders yılı sonu itibarıyla, eğer mezun olamamış ise, çocuğun ilköğretim hayatı bitiyordu. Ama şöyle de bir madde vardı. Eğer okulda sınıf durumu müsait ise, 2 yıl daha devam edebilir şeklinde. O öğrencimiz de bunlardan birisi idi.

elestiren-arastiran-sorgulayan-insanlarin-yetismesi-icin-ugrastim (2)

1978’de yani öğretmenliğimin on birinci yılında, çalışmakta olduğum Yahnikapan köyündeki okulumun yakıt ihtiyacını ucuza getirebilmek için, Akbayır Orman İşletmesi’nden odun aldım. Düşük fiyatla, Valilik tahsisi ile. Aynı zamanda ağır vasıta şoförlük ehliyetim de olduğundan,  Alpu’da bir okulun önüne odun yüklü kamyonu çektim. İçeride okul müdürü ile bir süre sohbet ettim. Odun sarmakta yardım eden köylüler de vardı. Bu gibi işlerin hepsini para ile değil, köyün delikanlılarının desteğiyle yapardık.  Sohbet bitti ve dışarı çıktım. Kamyonun yanında bir ormancı duruyordu ve dedi ki:

-Nakliyeniz var mı?  

-Ben varım, nakliyeci benim.

-Nakliyeci sormadım, orman ürününüzün nakliyesini sordum.

- Yahu git hemşerim, git hemşerim!

-Beni tanımadınız mı öğretmenim?

-Hayır.

-Ben Ermelek’ten öğrenciniz. Eğer beni tekrar okula kabul etmeseydiniz, ben bir ekmek sahibi olamazdım öğretmenim!

İlk görev yerimde, “affınıza sığınarak” ifadesini kullanıp, anlattığım o öğrencimin hikâyesidir bu anım.

Bir başka ilginç hatıram, yine Ermelek okulundan. Burada kız çocuklarını o yıllarda okula göndermiyorlarmış. Altı kızı ve bir oğlu olan kendisine General dediğimiz ellili-altmışlı yaşlarda bir eğitmenimiz vardı. O da göndermemişti. Onun iki kızını okula kayıt ettim. Aslında bu işi, imtihan ile yapmam gerekiyordu. Köy okulu dedik, kurallara uymadık.

1 sene sonra köyün ebe hemşiresi ile evlendim. Obruk köyüne geçtim. Şikâyet konusu olmuş, “Eğitmenin iki kızına sahte diploma verdiler” diye. 14 yaşında olanı dördüncü, 15 yaşında olanı beşinci sınıfa kayıt etmiştim. İşin başında yapmam gereken sınavı, 1 yıl sonra hayali olarak kâğıt üzerinde yaptım. Sınav sonucunda, her biri için:  “…. isimli öğrenci dördüncü sınıf seviyesinde görülmüştür ve …. isimli öğrenci beşinci sınıf seviyesinde görülmüştür. Nedeni de babalarının eğitimci olmasından dolayı evde yetiştirmiştir” şeklinde tutanak tuttum. Bu iki kızdan biri Yüksek Hemşirelik Okulu’nu bitirdi.

Öğretmenlik hayatınızda meslektaşlarınızla yaşadığınız anılarınızdan söz eder misiniz?

25 yıllık meslek hayatımın 18 yılı müdür olarak geçti. Beni Edebali’ye, bana sormadan müdür olarak atadılar. İşim yoğun, müdürlük yapmak istemedim. Milli Eğitim Müdürü’ne dedim ki: “Ben üç-beş ay burayı idare ederim, ancak sonra beni almazsanız, rapor alıp uzaklaşırım.”

Müdür Bey kabul etmedi. Rapor alarak, Okul Müdürlüğü’nden ayrıldım. İl Milli Eğitim Müdürü makamına çağırdı ve dedi ki:

-Yerine kimi bıraktın Mehmet öğretmenim?

-Eğitimcinin adını kendisine söyledim.

-Bana sordun mu?

-Siz beni müdür olarak atarken, bana sordunuz mu?

-Hangi kriterlere göre o kişiyi belirlediniz?

-Efendim, zekâ durumuna, mesleki performansına, liderlik yeteneğine baktım ve bu kriterlere göre belirledim. Ancak siz belirleseydiniz; siyasi görüşüne bakıp, ona göre belirlerdiniz. Seçtiğiniz birçok müdürün neler yaptığını hepimiz canlı olarak görüyoruz.”

Çok bozuldu Müdür Bey. Yerime seçtiğim kişi, 21 öğretmenin bulunduğu o okulda, 2 yıl müdürlük yaptı.

Bir başka unutamadığım hatıram, Edebali Okulu’nu devrettiğim kişinin arkasından başka bir eğitimci göreve geldi. Şeriatçı, tarikatçı yapıya sahip, 38 yaşında, 9 çocuklu bir kişi. Bir gün; Atatürk’ün annesi için kötü sözler söylemiş. Emekliliğime de çok az zaman var. Bunu refüze edeceğiz dedim. Okulun eski müdürü olduğumdan, arkadaşlarla tek tek konuştum. MHP’lisi, ANAP’lısı, Demokrat Parti’lisi bütün arkadaşlar, müdür haricinde, beni desteklediler. Ve her türlü yolu uygulayarak, Müdürü, Asliye Ceza Mahkemesi’ne çıkarttık. Mahkemede yaşlı ağabeylerimiz dediler ki: “Adamın 9 çocuğu var, emekli olsun. Özür dilesin, bitsin bu dava.”

Dedim ki: “Özür, öyle normal özür dilerim şeklinde olmayacak. Diyecek ki; ben çok büyük bir eşşeklik ettim. Bu devletin kurucusuna karşı, bunun bedelini de bana ağır ödettiler. Bundan sonra böyle bir eşşeklik yapmayacağıma yemin ederim.” Şeklinde özür dileyecek. Aynen bu cümleleri söyledi. Ve biz davadan çekildik. Bu eğitimcinin meslek hayatı da, emekliliği de böylece kurtulmuş oldu.

Mesleğinizi yaparken, kendi çocuklarınıza benzettiğiniz öğrencileriniz oldu mu?

Bütün öğrencilerimi kendi çocuklarım gibi sevdim, değerlendirdim. Beslenmesinden, eğitimine kadar. Çünkü bu çocuklar Türk Milleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu vatanın geleceğidir. Her zaman öyle gördüm. Bu nedenle çok çalışmalarını istedim. Bunun için iyi beslenmeleri gerektiğine inanmıştım. Veli toplantılarında: “Çocuklarınızı aç olarak okula göndermeyin. Eğer aç göndermişseniz, ana dizi, TV izlemek için ihmal ettiyse çocuğunu, ertesi gün okula çağırır veliyi azarlarım.” derdim. Ancak, okula aç gelen çocuğa bir şey demem, onu kendim doyurmaya çalışırdım.

Az çalışan öğrencilere bakış açınız nasıldı?

Şöyle derdim. Tembel bir kişiye, “Pislik” desem, pisliğe hakaret etmiş olurum. Pisliği tarlaya atarsanız, bol sebze, meyve, mahsul, hububat alırsınız. Tembel kişi, hani bir yerinize bir diken, çivi batar. Onun içinden beyaz bir şey çıkar. Nedir onun adı?  İrin. İşte tembel kişiler de ülkem için, milletim için bir irindir. Bakış açım budur.

Otoriter mi yoksa demokratik bir eğitimci miydiniz?

Hem otoriter, hem demokratiğim. Verilen görevi, kesin olarak, en iyi şekilde, tabii ki kapasitesi oranında. Hiçbir zaman için, su bardağının suyunu çay bardağına koyacağım diye uğraş vermedim. Böyle bir zamanda otoriter olabiliyordum.

Ancak; ders anlatırken kasıtlı olarak bir yanlış yapıyordum. Çocuklardan birkaç tanesi el kaldırıp, “Yanlış öğretmenim” diyordu. Onları gidip, öpüyor, cebimde, masamın gözlerinde şeker ya da çikolatam varsa, onları ödüllendiriyordum. Eleştiren, araştıran, sorgulayan insanların yetişmesi için uğraştım. Müdür olduğum her yerde de öğretmen arkadaşlarımdan bunu istedim. Devletin kuruluş ilkelerine bağlı kalması için, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalması adına her türlü mücadeleyi verdim. Arkadaşlarıma;  ister Matematik, ister Türkçe olsun, kesin olarak devletimizin kuruluş felsefesini derslerin arasına sıkıştıracaksınız derdim.

Mehmet Öğretmenim, az sonra söyleyeceğim kelimelerin sizce,  tek cümle ile karşılığı nedir?

Okul: Sistematik olarak, okuma-yazmadan, sanattan bilime kadar eğitimin verildiği bir kuruluştur.

Öğretmen:  Devletin, milletin ileriye gitmesi amacıyla, her zaman iyiyi, doğruyu anlatması gereken kişidir.

Öğrenci: Öğrenmeye hazır kişi. Ailesine, milletine, yurduna faydalı olabilmek için her türlü gayreti göstermeyi gerekenlerdir.

Ödül: Herhangi bir durumda insanlar ödüllendirilirse, daha verimli olabilir.

Ceza: Yapılması gerekli şeyler yapılmadığı takdirde cezalandırılır ise, o kişiler de kendilerini yapma mecburiyetinde hissedebilirler. Bu nedenle eğitimde, hayatımızda ödül ve ceza gereklidir, vazgeçilmez ikiz kardeştir.

Sınav: Bilgi, değer duygusu, davranış ve benzerlerinin ölçülmesi için gerekli olan bir işlemdir.

Kitap: Değişik bilgilerin yazılı halidir. Her konuda olabilir.

Müfredat: Gösterilmesi, anlatılması gerekenlerin sistematik bütünüdür. Ancak; okullarımızdaki müfredat ülkemizi, devletimizi ve milletimizi ileriye götürecek bilgileri değil, kuramsal bilgi kırıntılarını içeriyor. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından sonra, başımıza gelen felaketlerin müfredattaki oynamalardan kaynaklandığını düşünürüm.

Anne: Çocukları için her türlü fedakârlığı gece-gündüz, kar, kış demeden yapan, çocuk doğuran kişi olarak geçse de, ben öyle görmem. Doğurmayan kişi de annedir.

Baba: Anne de olduğu gibi, biyolojik baba değildir, çocuklarının koruyucu meleğidir. Çevresine, çocuklarına örnek olması gereken kişidir.

Dünden bugüne eğitim sistemimizi değerlendirir misiniz?

Selçuklu ve Osmanlı’da eğitim diye bir şey yok. Ezbere dayanan eğitimler var. Cemaatlerin, tarikatların yapmış olduğu eğitimler, Selçuklu ve Osmanlı’yı çökertmiştir. Atatürk bu gerçeği gördüğü için, en önemli tarikatın medeniyet tarikatı olduğunu söylemiştir. Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz demiştir. Atatürk zamanındaki eğitim anlayışı ile günümüzdeki eğitim anlayışı aynı değildir.

Basit bir misal vermem gerekirse, Eskişehir Devlet Demir Yolları’nın Kütahya yolu kenarındaki Fatih Anadolu Fen Lisesi kapatılıp, Fatih Anadolu İmam Hatip Okulu haline çevrilmiştir. Bugün Türkiye’nin de içinde bulunduğu 57 İslam ülkesi var. Bunlar arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeri başkadır. Bu ülkelerde; demokrasi, bilim, sanat, ahlak diye bir şey yoktur. Buna bağlı olarak bu İslam ülkeleri emperyal devletlerin sömürgesidir, uşağıdır. Yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıyla ülkeyi, devleti, vatanı bu sömürgeden kurtarabilmek, akıl, bilim eksenli bir eğitim sistemi ile mümkündür. Eğer eğitimimiz, akıl ve bilim eksenli olmazsa;  kul, köle olmaya, yerlerde sürünmeye mahkûmuz!

Ülkemizde öğretmen yetiştirme sisteminin, değişen dünyanın eğitim paradigmaları ve eğilimleri ile uyumlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır, ileri devletlere baktığımızda eğitim sistemleri sorgulayan, eleştiren, geliştiren, araştıran bir yapıdadır. Bizdeki eğitim sistemleri ise; 1950’lerden itibaren ezbere dayalı hale gelmiştir. Hele hele 1954’te Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla, eğitimimizin geldiği nokta fecaattir. Bir öğretmen olarak tasvip etmiyorum.

Covit-19 pandemisi dünyamızı olumlu-olumsuz etkiledi ve halen etkileri sürüyor. Eğitim-Öğretim ’deki etkilerini öğrenci, öğretmen ve veliler bakımından nasıl yorumlarsınız?

Hepsine çok büyük bir darbe vurmuştur. Çocuklar eğitimin dışına çıkınca; bilgisayar ve cep telefonları ile daha fazla oynamaya başlamıştır. Bu hem sağlıkları adına zararlı olmuştur. Hem de bir buçuk iki senede almaları gereken bilgilerin yarısını demeyeceğim, onda birini anca almışlardır.

Değerli Mehmet Öğretmenim, eğitimin tüm paydaşlarına vermek istediğiniz mesaj nedir?

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Allah’ın Türk Milleti’ne bir lütfudur. Eğer olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmazdı. Anadolu topraklarını da emperyal devletler Türk Milleti’ne bırakmazdı. Bugün Atatürk’e laf söyleyenler, beddua edenler kendilerini DNA testine tabi tutmaları gerekir.

Son söz olarak, Esgazete okurlarına ne iletmek istersiniz Mehmet Öğretmenim?

Eğitim-Öğretim, bir ülke için, bir millet için olmazsa olmazdır. Devletin, milletin güçlü olabilmesi için eğitim-öğretim şarttır. Eğitim-öğretimi gerçekleştirecek asli unsur öğretmendir. Öğretmenler de zeki kişilerden seçilip, çok iyi şekilde yetiştirilmeleri gerekir.

Konfüçyus 3000 yıl önce der ki: “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, yüz yıl sonrasını düşünebiliyorsan toplumu eğit.”

Toplumu eğitecek kişi de öğretmendir.  Bir mimar, mühendis barajı, binayı yapar, bir heykeli yapar. Ancak; bir öğretmen toplumun mimarıdır. Eğer iyi bir toplum istiyorsak, iyi öğretmenler yetiştirmeliyiz.

Mehmet İlhan Öğretmenim; şahsım ve Es Gazete okurları adına yürekten teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız!

Anılarınızla, tecrübelerinizle, karakterinizle ve doğallığınızla ifade ettiğiniz üzere öğretmenlik; sevginin, saygının, merhametin, yardımseverliğin, duygusallığın, özverinin olduğu kutsal bir meslek. Bu duyguların vücut bulduğu bir öğretmen, bir öğrencinin gözüne baktığında, onun öyküsünü anlar tıpkı sizin ve sizin gibi tüm öğretmenlerimiz gibi…

Öncelikle Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, aramızdan ayrılan tüm öğretmenlerimizi rahmet ve saygıyla anıyorum.

Hayatta olanlara yaşamları boyunca sağlık, başarı ve mutluluklar diliyorum.