6 Martta güney illerimizin 11 tanesini etkileyen deprem felaketiyle, gerek içinde barındırdığı kültürel değerleri, gerek o şehrin ruhunu ,gerek ekonomik, gerek sosyal yapısı ve gereksede mevcut olan yapıların bu deprem sonucunda büyük bir yıkıma uğradığını üzülerek hep birlikte gördük. Biz de Türkiye Aşçılar Federasyonu olarak depremin ilk gününden itibaren, federasyonumuzun genel merkezinde, olusturmuş olduğumuz Afet yönetim ve kriz masasında, deprem esnasında yıkıma maruz kalan, depremden sağ olarak kurtulmuş olan, evlerini, işyerlerini ve birçok yakınını kaybetmiş depremzede vatandaşlarımıza, en hızlı bir biçimde hareket ederek bölgeye intikal edilmesi için Ankara'da oluşturulan kriz masası ile gerekli iletişimi kurup, illerimizde bulunan, Kızılay, Afad Valilik, ilgili kurum ve kuruluşlarımızla hızlı bir biçimde süreci organize ederek, deprem bölgesinin 41 noktasında Türkiye Aşçılar Federasyonumuzun gönüllü şeflerinden oluşan 750 meslektaşımız, yine hayırsever işadamı, tedarikçi gıda firmaları, federasyonumuza sponsor olarak destek veren endüstriyel, teknik ve lojistik firmaların ve vatandaşlarımızın da çok büyük yardım ve destekleriyle kurulmuş olan sahra mutfaklarında, Devletimizin ve Milletimizin yanında olmaya devam ettiğini ,toplum ve kamu yararına çalışmalarda bulunan bir STK kuruluşu olduğumuz bilinciyle gereğini yerine getirmek için gayret sarf ettik.
Ben bir gastronomi emekçisi, bir şef aşçı olarak, deprem nedeniyle yıkıma maruz kalan bölgede son günlerde görmeye başladığımız, insanların yasayış biçimini, örf, adet ve kültürlerini nasıl dirilttiklerine şahit oluyorum. Varolan değerlerimizin bizi bugün nasıl ayağa kaldıracağını görür gibi oluyorum.
Türkiye’de kendi kültürümüze kem gözle bakan, onu reddeden bir bakış beni rahatsız ediyordu. Çiğköfte, Kebap, Lahmacun gibi ürünler ilkelliği temsil ederken, hamburger, pizza yediğin zaman, cheesecake yediğin zaman modern sayılıyordun.
Hatay'da, Antakya'da, Kahramanmaraş'ta, Adıyaman'da, o bölgenin kırsal yaylâlarında, çamurdan ve topraktan kurulmuş ateşe dayanıklı eski odun fırınlardan, yaptıkları ekmekleri, köşebaşlarında seyyar olarak yakılan mangallarda pişirilen kebapları, çiğköfte tezgahlarında yapılan köfteleri yapmak ve satmak suretiyle, el emeği alınteri ile mesleğini icra eden zanaatkâr olan bir insanın kendi kültürüne haiz olan şeylerden kopmadığı sürece varlığını sürdüre bileceği ve kültürünü yaşatabileceğini çıplak gözle görmek çok zor bir durum olmasa gerek. Bende bu görüntülerden almış olduğum ilhamla, kadim bir Anadolu kenti olan, çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş Eskisehirimizin, turizm potansiyeli olarak, sosyal ve ekonomik olarak çok önemli bir kültürel mozaik yapısına sahip olduğunu düşünüyor, bu değerleri içerisinde bulunduran bir hazineyi gelecek kuşaklara tanıtmak ve bu değerlerin yaşam içerisinde insanlık olgusunu, insanın asıl olduğunu her biçimde anlatmamız gerekli. Bunun içinde şehrimize gelen turist sayısını, öğrenci sayısını göz önünde bulun durarak, Eskişehir içinde sokak lezzetleri kızı tanıtan, sokak lezzetlerini içeren alanlar oluşturulması ve bunları da ulusal ve uluslararası boyutta tanıtan etkinlik, panel ve festivallerin yapılmasını, Eskişehirli bir vatandaş ve meslek erbabı olarak ne kadar önemli bulduğumu ilgili sosyal kurumlara buradan söylemek isterim.