İnsanoğlunun yaratılışından itibaren fizyolojik ve güvenlik gereksinimleri her şeyden önce gelmiş, yeme içme uyku cinsellik vücut aile ve yaşam alanına ilişkin kaynaklarının korunmasını canı pahasına savunmuştur.
İnsanları ilk çağlardan itibaren bir araya getiren, ortak amaçlarda buluşturan bu gereksinimler; akrabalık bağları kurulmasına, hiyerarşik topluluklar haline gelirken klanlar oluşturmalarına, ortak dil ortak kültür geliştirmelerine nihayetinde şehir/bozkır devletleri ile ulus devletlerin kurulması toplumsal gelişmenin süreci olmuştur.
Ulus devletlerin kurulması dünya coğrafyasının siyasal şekillendirmesini gerçekleştirirken, kültürel bağları gelişmemiş aidiyet duyguları zayıf toplumlar güçlüler karşısında varlık gösterememiş asimile olmuş tarih sahnesinden silinmişlerdir. Kralların Sultanların Kahramanların belirlediği siyasal oluşumun son şekli günümüz siyasal sınırlarıdır.
Ulus devletlerin kurulması toplumsal gelişimin sürecini oluştururken, insanların yaşam kalitesinin gelişmesi insanın girişimci ruh halinin ortaya çıkması ile farklı paralel izlemiştir.
Kralların dışında ilk çağlardan itibaren insanlar önce temel gereksinimleri sonra merak öğrenme isteği ile yaratıcılığa motive olmuş buluşlar yapmış ve böylece günümüze kadar insani yaşam kalitesini artırmışlardır. Bu süreçte neolitik dönemlerden tarım toplumuna geçiş, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş, insanların yaşam şeklini değiştiren buluşlar sayesinde gerçekleşmiş bunda kralların rolü sadece bilimsel ve teknolojik faaliyetlere gösterdikleri tahammül ölçütünde olmuştur. Ancak önemi ve etkisi günümüzde anlaşılan Girişimcilik, yönetenler tarafından etki altına alınmak siyasal hedeflerin aracı yapılmak istenmektedir.
Devletlerin toplumsal dönüşümü kontrol altına almak istemelerinin en önemli nedeni ulus devlet yapısını korumak olurken, küresel güçlerin yeni sömürge tabanlı "küreselleşme" adıyla izledikleri politikalar, küresel pazarlama/küresel rekabet-ulus devletin sonu gibi propagandalar teknoloji üretemeyen toplumları pazar haline dönüştürürken küreselleşme politikalarının etki alanına sokarak ulus devlet inancını da yok etmektedirler.
Küresel güçler kendi ulus devlet yapılarını koruyarak, kürenin bütün kaynaklarına ve tüm pazarlara sahip olmak istemektedirler, aksi halde artan nüfus ve artan işsizlik toplumsal barışın yıkılmasını sağlayacak iç sorunlar küresel hedeflerinin önüne geçecektir. Bu nedenle yapılması gereken, muhtemel rakipleri bertaraf edecek önlemlerin şimdiden alınması, etnik kökene dayalı küçük devletlerin kurulması, birbirleriyle nifak içine sokulması küresel hegemonyalarının sürmesi demektir.
Küreselleşme adıyla sunulan yeni dünya düzenine ilişkin hedefler kuşkusuz dünya pazarında satıcı ve tüketici ayrımı oluşturmaya yönelik yeni usul sömürgeleştirme politikalarının propagandasıdır. Bu hedeflerin içinde dünya barışı kurmak ütopik bir düşünce olarak sunuluyor olsa da hızla artan dünya nüfusunda insan fıtratına uymadığı gerçeği yadsınamaz. Ancak küresel güçler kendi huzurunu koruyarak savaş ihraç ederken, zayıf devletler terörizmin yerel çatışmaların kucağına itilerek daha da zayıflatılırken Pazar olmaktan da kaçınamayacaklardır.
Ne Yapmalı
Küresel güçlerin en önemli hedef ülkelerinden birisi de Türkiye'dir. Ancak Türkiye bu tehdidi savuşturacak tarihi birikime, donanıma, nitelikli insan gücüne sahiptir. Yönetim şeklinde zaafları bulunan Türkiye açık verdiği sürece tehdit altında olacaktır. Her şeyden önce terör olaylarına son verecek radikal kararlar alınarak kaybedilen zamana enerjiye dur denilmeli ve Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” dış politikasına dönülmeli, hukuk sistemi adil işletilmeli devlet vatandaş barışı sağlanmalı aidiyet hisleri güçlendirilmeli, demokrasi gerçek anlamıyla kurulmalıdır.
-Küresel güç olmak için devletin kurumsallaşması gerekir. Kurumsallaşmak marka olmaktır. Devletimizin mastır planı olmalı, tüm kurumlarıyla bürokratı, üniversiteleri eğitmenleri sanayicisi, girişimcisi kurumsal kimliğini ortaya koyabilmeli, iktidarlar değiştikçe stratejik hedef ve uygulamalar değiştirilmemelidir.
-Teknoloji üretmek rekabet gücü demektir bu nedenle teknoloji üreten ülkeler arasında olmamız birincil hedef haline getirilmeli katma değerli yatırımlar teşvik edilmeli, nitelikli işgücü yetiştirilmeli, eğitim sistemi istihdam odaklı olmalıdır.
-Yabancı sermaye yatırımları yerli üretim yapılamayan alanlarla sınırlandırılmalı, bunun dışında yeni teknoloji getirilesi ve sermaye artırımı noktasında yabancı sermaye katkısına kısmi imkân sağlanmalıdır.
-Yeraltı ve yerüstü zenginlikler değerlendirilmeli, madenlerin hammadde olarak ihracı yasaklanmalı ancak işlenip katma değer oluşturulduktan sonra ihraç edilebilmeli, yerel yer altı ve yerüstü kaynaklarının değerlendirilmesine yönelik yatırım programları yapılmalı ve yatırımcılar teşvik edilmelidir.
-Tarımsal üretim ve hayvancılık yüksek düzeyde önemsenmeli, köye dönüş teşvik edilmeli, büyük köylerde Ziraat Mühendislerini yerleşik hale getirerek Ziraat Ajanı olarak görevlendirilip tarımsal kalkınma gerçekleştirilmelidir.
Sağlıklı günler dileğiyle