Söyleşi: Selma Başkut Güder
Es Gazete’nin “Hoş Bir Seda” başlıklı röportajımızın konuğu Nazan Naz.
Nazan Hanım; öncelikle Hoş Geldiniz. Eskişehir Mevlevihanesi Kültür Derneği Tasavvuf Müziği Topluluğu’nun koro şefi, aynı zamanda keman sanatçısı olarak uzun zamandır gönüllü hizmet vermektesiniz. Müziğe olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Çok kıymetli Selma hanımcığım, önce beni türlü güzelliklerle yaratan ve türlü yeteneklerle donatan Allah’ıma şükür ile başlamak istiyorum.
İlkokula başlamadan önce, okumayı yazmayı öğrenmiştim. Öğrenir öğrenmez de, radyolardaki fasıllarda söylenen şarkıların sözlerini yazmak en büyük merakım oldu. Annem beni nereye götürürse götürsün, defterim kalemim daima yanımda olurdu ve ben gittiğimiz evin sahibine derdim ki: “Teyzeciğim ne olur radyoyu açar mısın?” Hemen defterimi açar, çalan şarkının sözlerini yazmaya çalışırdım. Artık kendimi unuturdum. İlkokul bittiğinde 5 bin şarkılık repertuvarım olmuştu. Müzik hayatıma; ilkokulda iken mandolin çalarak başladım. Çok yetenekliydim. Hatta hocam işi çıktığı zamanlarda sınıfı bana bırakıp: “Sen anlat Nazan” derdi. Beşinci sınıfta kemana başladım. İzmir Radyosu keman sanatçısı Server Özbay’dan 6 ay kadar ders aldım. Lise yıllarımda derslerim çok zor olduğu için maalesef devam edemedim. Konservatuvar en büyük hayalimdi. Ancak İzmir’de oturuyorduk. Türk Sanat Müziği Konservatuarı sadece İstanbul’da vardı. Ailem İstanbul’da okumama izin vermedi. Ve ben hiç sevmediğim bir üniversiteye girerek, Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi bu arada, hiç sevmediğim bir işte, otuz üç yıl çalışmak zorunda kaldım. Yani müzik hayallerimi otuz üç yıl erteleyerek…
“İnsanın anavatanı çocukluğudur” derler. Çocukken etkilendiğiniz, ilham aldığınız veya olmak istediğiniz birisi var mıydı?
Evet. Çocukluğumdan beri hayatımda evliyalar hep vardı. Öyle ki; anneannemin evliya hikâyeleri rüyalarımı süslerdi. İlk okuduğum kitap, Rabia Hazretleri’nin hayatını anlatan bir kitaptı. Ve bana “Ne olmak istiyorsun?” diye sorduklarında, “Rabia olmak istiyorum” derdim. “Ben onun gibi olmak istiyorum. Onun gibi iyilik perisi olmak, açları doyurmak, yoksullara, yetimlere, fakirlere yardım etmek istiyorum” derdim.
Sanatın dalları ile uğraşan insanların iç dünyaları derin olur. Kişilikleri, duruşları, konuşmaları, tavır ve davranışları sizin gibi, zarif ve naiftir. Adına sevgi denilen, tarifi zor duyguyu da yoğun yaşarlar. Bu konuda okurlarımızla neler paylaşmak istersiniz?
Öncelikle sağ olun, var olun. Ömrümce neye, kime olduğunu bilmediğim bir hasret vardı içimde. Ve tarifi zor bir sevgi. “Bu sevgili kimdir?” diye aradığım, “Bu hasret nasıl geçer?” diye yandığım, ağladığım geceler gönlümden sevgiliye yol olduğunu bildiğim, ama o yollara çıkamadığım aylar, seneler… Yaşım ilerlediğinde hep büyük bir kapı hayal ederdim. Kapının arkasında sevgilinin gül bahçesi olurdu. Ama bir türlü girmeye cesaret edemezdim. Değil girmek, kapıyı vuramazdım bile!
Her yaşın ayrı bir güzelliği var. Ancak insan bunun farkına varamıyor kimi zaman. Sürekli yaşam meşgalesi… Okulu bitiriyorsunuz, iş hayatına geçiyorsunuz, evleniyorsunuz, çocuklarınız oluyor, yaş gelmiş 50’nin üstüne… Ve gelip çatıyor emeklilik dönemi.
Geçen yıllarınıza dönüp baktığınızda, kendinizi ve yaşantınızı değerlendirebilir misiniz?
Diyebilirim ki, hırslı bir insandı Nazan. Her yaptığını en iyi yapmaya çalışırdı. Okulda başarılı, birincilikler… Meslek hayatında yine başarılı, dürüst bir müdür vardı sonra sahnede. Personeline sevecen bir anne idi. Haksızlıklarla mücadelesi Donkişot gibiydi. Ancak; sonuçta tek başına kalırdı. Ve şehirden şehire dolaşırdı, elinde valizi, cesur ve onurlu bir şekilde!
Dünyanın zevk-i sefasına aldandığı zamanlar olmadı mı? Oldu tabii ki. Güzel bir ev, güzel bir araba, gösterişli eşyalar. Ama tüm bunların yanında kalbinin şühedasında tertemiz bir sevgiyi, âşıkane, masumane taşımaya gayret gösterdi.
Kırk bohçaya sarardım sevgimi. Kendimden bile saklardım. Gün geldi, bütün maddi imkânlarımı kaybettim. Zor bir hayata tahammül etmek zorunda kaldım. Yıllarca, ama sevgim ümidim hep vardı bohçaların içinde bile olsa!
Zorlu geçen süreci atlatmanız nasıl mümkün oldu?
Zihinsel engelli çocuklarla tanıştım bir gün. Öyle bir gündü ki, Yusuf’un kuyusunda hissettiğim. Öyle çaresiz, öyle nasıl çıkacağımı bilmediğim bir günde. Onlar bana masalsı dünyamın dışında da saf sevginin varlığını gösterdiler. Bohçalara sakladığı sevgiyi onların yanında açmaya başladı Nazan. Ve beni kapısında yıllarca beklediğim sevgilinin gül bahçesine taşımak üzere köprü oldular ve bugünlere geldim.
Kimsesiz çocuklar ve zihinsel engelli çocuklara yönelik gönüllü çalışmalar yaptığınızı biliyorum. Yaşadığınız bir anıyı bizlerle paylaşır mısınız?
Tüm bu çocuklar bana çok şey kattılar. Özellikle zihinsel engelli çocuklarla yaklaşık altı yırdır bir aradayım. Ve en çok etkilendiğim anım şöyledir: Bir gün, yüzümü arı soktu. “Amonyak bastırırsam, geçer” bilgisi kalmış aklımda. Pamuğa döktüm amonyağı ve olduğu gibi bastırdım. O da benim yüzümü yaktı ve o kadar kötü oldu ki orası. Bildiğiniz yanık! SOMET’e zihinsel engelli çocuklarımla olan sohbetime o şekilde gitmek zorunda kaldım. Ve yaşadığım mahcubiyetimden dolayı dedim ki: “Çocuklar çok özür dilerim görüntümden dolayı, farkındayım.” Bir çocuk kalktı ve “Hocam siz ne diyorsunuz. Biz sizin yüreğinize bakarız, yüzünüze bakmayız ki.” Bu söz o kadar tokat gibi oldu ki bana! O güne kadar ben hep insanların yüzüne baktım. Saçına, başına, kıyafetine… Gönlüne bakmayı hiç denemedim. Altı yıl içinde zihinsel engelli çocuklarımın bana en çok kattığı değer; insanların gönlüne bakmayı öğrenmek oldu. Arkadaşlarım, birisi ile karşılaştığımızda “Gözlerinin altı ne kadar çöküktü veya yüzü ne kadar sarı idi” diyorlar kimi zaman. Hayır. Bunların hiç biri hafızamda kalmıyor, o günden beri. Ben o kişinin direkt gönlüne bakıyorum. Umurumda değil dış görüntüsü. Çocuklarım bu şekilde kalıcı bir iz bıraktılar bende. Canlarım benim onlar! Sizleri o kadar seviyorum ki, çok şey kattınız bana! Tertemiz sevgiyi öğrettiniz ve yıllar içindeki yaralarımı sardınız, kalbimi onardınız. Şu anda çok mutlu bir insanım. Çünkü hayallerim gerçek oldu ve hayaller gerçek olan nadir insanlardan biri olarak hissediyorum kendimi. İşte bu mutluluğumu, duygularımı bugüne dek biriktirdiğim hikâyelerim ile paylaşmak istedim. Ve “Nazan Naz ile İyilik Hikâyeleri” doğmuş oldu.
“Hoş Bir Seda” bıraktınız, yürekten teşekkürlerimi sunarken, röportajımızın sonunda okurlarımıza söylemek istedikleriniz nelerdir Nazan Hanım?
Efendim, röportajımızı şu sözlerimle bitirmek istiyorum müsaade ederseniz. Eğer mutlu ve huzurlu bir ömür geçirmek istiyorsanız, başkalarına iyilik yapın. Kötülük görseniz bile iyilik yapmaya devam edin. Sabırlı olun. Çevrenizdeki herkese nazik davranın. Dava peşinde olmayın, mana peşinde olun. Allah’ın merhametini ve sizi ne kadar çok sevdiğini hissedin. O’nunla konuşun. O zaman hayat size ne kadar çile ile gelirse gelsin, hiç etkilenmezsiniz. Aşka inanın ve âşık olun. Öyle derin, ölmeden ölürcesine, kendi benliğinizi yok edercesine. Yaşamın manası aşkın içindedir. O bütün eksiklikleri tamamlar ve hayatınızı cennet kılar.
İyi günler dilerim efendim!