Geçen her anın çetelesi, garip gönüllerde tutulur. Tutanaklara yazılan her şey adeta akılalmaz kahramanlıklardan ibarettir. Ölmek öyle mi, asla, bu olsa olsa yenilenmektir. Kalp atışları sezilir aralardan, kalpler sabırsız, nitekim şu saniyelerde sabırsızlık elzemdir. Kalpte yıllardır, kalpsizlerin kalbini durduracak hamasetler beslenmiştir. Ovalarda türkülerle, nüktelerle, ibretlerle bezenmiş onlarca hikaye, her hikayenin anayasalaşmış sonlanışı, sonlanışta kaç mermi isabet eder gövdeye?

Anneler kahve yapıyordur şimdi, kahve ne has kokmuştur. İçler burkulur, boğazlar kurur, göz pınarları sulanır. Pınara eğilerek serin sudan avuç avuç içilir, öyle ki mataralar kurumuştur şimdi. Kurumuş toprak günlerdir oluk oluk boşalan kanı içmiştir. Serden geçmek sırlı ölüm yoluna atılmak kaçınılmazdır her insan için, teselli yalnız ifadedir. Hatırlanır hızla tüm sevilenler bu da ölümün cemrelenişidir. Birkaçı cedelleşir tüm geçmişiyle, düşman bildiği köylüsü omzuna dayanmıştır şimdi, dosttur işte. Düşmanlık eksiksiz tariflenmiştir mücadelelerde. 

Nur yüksekten baharlar aşırır. Düşman dedikleri denizaşırı ülkelerden gelmişlerdir, niyetleri ve mazileri hep karanlıktır. Ateş bulutları sarmıştır etrafı ortalık sıcak, şehitler sıcak… Düğünler kurulmuş işte siperlere, bileklere miskler sürülüyor. Cennet kokuyor ortalık, vatan cennet kokuyor. Delikanlılık ölürken belli, belli ölecekler. Cinnet şimdi tüm aşklar, korkusuzluk taraf seçmiş. Dünya bir avuç işte, kan bir avuç, can tek nefes, tüm yaşanmışlık birkaç yadigâr... Yekpare bir ses divan durur İlahi karşında, ulaşılan menzil bugün idrak edilemeyecek kadar yüksek, bediî elbette halistir.

Subay alametini çıkarmış, herkes denk. “Az sonra…” diyor “İşaret gelince siz buradan siz buradan koşun, nasılsa…” Tabut nasip olmuyor her bedene, her insan ak kefene sarılmıyor. Babası son kez bakıyor oğluna, “Gözüm, korkuyor musun?” diyor. Oysa gören her göz bugünün kurtuluşunu müjdeliyor. Kanatlanıyor onlarcası, talepler hikmetin kademine kapanmış. “Korkmuyorum.” diyor, korkmuyor. Korkmayın modern çağın son destan müellifleri, ardınız sıra yeni birlikler koşuyor.
      
Kınalı Kuzu 
 
Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat , bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır : 
“Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma...Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar.” 
Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir : 
“Ey oğlum , gözümün nuru Murat’ım ! Zabit efendiye selam söyle...Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz.Sen dört kardeşin arasında kurbansın.Sen İsmail’sin(as).Sen orada şehit olacaksın inşallah.Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa , ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.” 
Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında , Murat’ın kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile...