Evet aynen anladığınız gibi. “Borç yiğidin kamçısıdır”  diye bilinir ama sürekli kamçı altındaysanız kusura bakmayın bunun adı resmen sopa yemektir. Ben ekonomist değilim. Ama ekonominin grafik ve denklemlere boğulmamış, yalın haliyle ilgilenmeyi seviyorum. Sebep sonuç ilişkileri önemlidir. Zamanı anlayabilmenin en iyi yollarından birinin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü en azından günlük hayatımızın nasıl etkileneceğini belirleyen şey, bizim ve ülkenin ekonomisidir.   

Bu yazıda Cumhuriyet’ten bu yana ekonomimizi en güzel, en yalın şekilde anlatan Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un bir kitabından bazı alıntılar yapacağım. Bu metodla yorum yapmak yerine, alıntılar yapmanın daha çok yararlı olacağını sanıyorum. Hem ekonomi konusunda ahkâm kesmiş gibi olmam, hem de belki kendinize sorular sormanızı, hatta mümkünse belki hocanın kitaplarını okumanızı sağlayabilirim.

Öncelikle şunu belirtmem gerek. Cumhuriyeti kuranlar denk bütçe, üretim ve planlı kalkınmayı model almışlardı. Sonradan gelenlerse sürekli borçlanma ekonomisini esas aldılar. Ama bunun en önemli ayağı eksikti. ÜRETİM ve TEKNOLOJİ. (Demokrat Parti döneminin “Bize plan değil pilav lazım” sözü o dönem slogan olmuştu.) Sonuç tabii ki hüsran, hüsran yine hüsran oldu.

Tanzimat’tan bu yana hastalık haline gelen borcu borçla ödeme modeli bizi bu günlere getirdi.

Bilsay Kuruç, “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye” kitabında Cumhuriyet Türkiye’si ile bu günü şöyle mukayese ediyor:

“Buradan 1920’leri ve günümüz Türkiye’sini koyarak düşünmeye, sorgulamaya başlayabilirsiniz. Cumhuriyet kurulurken borçlanmadan sanayileşen Türkiye ile, bugün milli gelirinin yüzde 60’ı kadar dış borcu olan ve sanayisi küçülen, üretemeyen ülkeyi karşılaştırabilirsiniz” diyor.

 “Büyük devletlerin büyük sermayesi,  ister ulusal ister uluslararası çapta olsun, ekonomiye öncelikle nüfuz bölgesi olarak bakar: Hangi kaynaklar ve piyasalar benim olacak, hangileri için mücadele etmek zorunda kalacağım? Bu, sermayenin zamana ve zemine göre değişmeyen bakışıdır” diyor. Sizce itiraz edilecek bir yanı var mı? Bence yok.

Devam edelim:

“1. Dünya Savaşı sonunda yenilen Almanya çok ağır şartlarda savaş tazminatı ödemeye mahkûm edilmişti. Ancak dışardan borç alarak bu tazminatı ödeyebiliyordu. Bunun için borçlanma ihtiyacı vardı. Dış borç ödemeleri için sermaye girişlerini sağlamak lazım, bunun içinde borç aldıklarınıza yüksek (cazip) faiz vermek gerekir. Yüksek faizler ekonomisi ise, bir ciddi hastalığı bünyeye yerleştiriyor: İşsizlik...”

Almanya bu çaresizlik ve acz içinde Hitler’in peşine takıldı. II. Dünya savaşı sonundan itibaren bu hataya bir daha düşmedi. Sonuç ortada.

 “Bu kısır döngü ancak, Bilsay Kuruç’un dediği gibi “Denk bütçeyi gözeten ve dış fazla yaratabilen bir politika zeminine oturursa kırılabilir.” Ancak dış fazla yaratabilen bir ekonomi dış borç ödeyebilir. Sağlıklı borçlanmanın tek yolu budur...”   Nokta…

Gerisi hikayedir…