Rivayet olunur ki M.Ö 3000 yıllarında Hint İmparatoru, Pers krallığının başında olan İran Şahı Nevşiyan’a hediye olarak bir Satranç takımı gönderir. Beraberinde bir de mektup yazar. Mektubun sonunda şöyle bir not koymuş; “Kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. İşte hayat budur."
Daha önce bu oyunu hiç oynamamış olan Nevşiyan, en akıllı veziri Buzur Mehir’den bu oyunu çözmesini ve Hint İmparatoru’na hediye olarak yeni bir oyun icat etmesini emreder. Vezir uzun uğraşlardan sonra taşların hareket tarzını çözer ve 10 gün içinde yeni bir icat yapar. Tavla.
Nevşiyan aldığı mektuba cevap verir. “Evet, kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. Ama birazı da şanstır. İşte hayat budur.”
Satranç kare bir platform üzerinde oynanan bir strateji oyunudur. Amaç karşı tarafın “Şah” ını oyun dışı bırakabilmek yani “mat” etmektir. Şah’ı mat etmenin temel yolu kurmay zekâsı gerektirir ve akıl süzgecinden geçmiş stratejik uygulamalar üzerine kuruludur. İçinde “şans” faktörü barındırmaz.
Tavla daha basit bir tahmin oyunudur. Pulları tahtanın bir tarafına istifleyip her zar atışında tahtada pul kalmayıncaya kadar oyun sürer. Oyun, zarlar ile oynanır ve dolayısıyla şansınız oyunun sonucuna fazlasıyla etki eder.
Bu aynı zamanda doğu ve batının akıl yürütme farkıdır. Batı her atacağı adımda satranç oynar, ona göre ardışık hamleler yapar. Bu stratejiye planın sonunu etkileyecek hiçbir şans faktörünü karıştırmaz!
Doğu ise elinde zarla tavla oynar. Bir sonraki hamle zarın gelişine göredir.. Oyuncu duygusaldır.
Peki, neden doğu satranç tahtasına zar atar? Tüm yenilgilerinin altındaki sebebi araştırmak yerine, hep gelecek zarın iyi olma ihtimaliyle ilgilenir? Batı, özellikle Aristoteles ve Yunan felsefesinin ortaya koyduğu nedensellik yani sebep-sonuç ilişkisi üzerine kafa yormuştur. Bir takım değişmez sonuçların sebep-sonuç ilişkisinin kurulmamasından kaynaklandığını bu yolla bulmuştur. Yani Batı nedensellik ilkesini, bilgiyi, bilginin özünü ve nedenini, Yunan felsefesinin izah ettiği şekli ile (pozitivizm) anlamış ve bu idraki benimsemiştir.
Fakat Doğu'da, Batı'da olmayan sıra dışı bir olay, daha doğrusu beklenti vardır. MUCİZE!!!!
Doğu, her olumsuz veya olumlu olayın tümüne bu açıdan yaklaşmıştır. Tabii doğal afetlerde de aynı yaklaşımı görüyor, yaşıyoruz.(Deprem, fırtına, kasırga, sel vb)
Örnek ; Hz. İbrahim, Nemrut'u ve Putları ilah edinmeyi kabul etmemiş, putları kırmış dökmüştür. Bu eyleme karşı ise Nemrut, büyük bir ateş yaktırıp mancınık ile Hz. İbrahim'i içine atmıştır. Fakat Hz. İbrahim ilahî bir gücün yardımı ile ateşte yanmamıştır. Pozitif felsefe açısından insanın hiçbir uzvu ateşe karşı dayanıklı değildir. Deri, et, kemik ateş karşısında dayanamaz ve yanar. Batı olaya mistik ve mitolojik açıdan bakar. Doğu, bu çerçevede olaya İmam El Gazali'nin bakış açısıyla başka bir nedensellik anlayışını kendine daha uygun görür. O da şudur; Tanrı'nın özgürlüğü ve kudreti, olayları birbiri ardına istediği şekilde getirme, gerçekleştirme ve tamamlama gücüne sahiptir. Dolayısı ile tabiat ve kanunları diye bir şey yoktur. Fıtrat vardır, tevekkül vardır, kader ve kabulleniş vardır.
Doğu’ya göre suyun ateşin üstünde kaynamasının sebebi ateşin ısıtma gücü ve suyun bileşenlerinin tepkimesiyle değil Tanrı’nın istek ve iradesiyle mümkündür. Aynı bir binanın sağlam temel ve yapı malzemeleriyle değil, Tanrı’nın inayetiyle ayakta duruyor olduğunu düşündüğü gibi. Bu bina eğer deprem sonucu yıkılırsa bu Tanrı’nın isteğiyle veya ona karşı geldiğimiz için olmuştur. Doğu, Tanrıyı/Allah'ı/Rab'ı/Yaratıcıyı bu anlayış ile anlar ve iman eder.
Sorun da burada başlıyor. Bu anlayışa sahip bir coğrafya bilim üretebilir mi?
Her yeniliği veya bilimsel gelişmeyi, icatları iman ettiği kitapta arama rahatsızlığının temeli budur! Bu o kitaba yapılmış bir haksızlıktır. Kimse İnce Mehmet okurken, içinde yemek tarifi aramaz!. Arıyorsa suçlu Yaşar Kemal değil o kitaptan yemek tarifi çıkarmaya çalışandadır.
Batıda, Isaac Newton, Tanrı'yı açıklarken bir saatçi örneği verir. Ve o yüksek iradenin mükemmelliğine gönderme yapar; “Hangi saatçi daha iyi saatçidir? Hangi saat daha iyi saattir? Saati ürettikten sonra çalışması için sürekli müdahale eden, ayar yapan, parça değiştiren saatçi mi? Yoksa bir kere ürettikten sonra, çalışmak için ustasının müdahalesine ihtiyaç duymayan saat mi? …
Einstein “Eğer içimde “dini” olarak tanımlanabilecek bir şey varsa, o da bilimin aydınlatabildiği kadarıyla dünyanın yapısına olan sonsuz hayranlığımdır” der.
Batı ile aramızdaki en temel fark bence bu anlayıştır. Onun içindir ki;;
Batı aklı ile satranç, Doğu şansı ile tavla oynar.