Malum gündemin bir numaralı meselesi “hayat pahalılığı!” Böyle olunca insanın aklı fakir fukaranın “geçim meselesine” takılıyor.

Malum gündemin bir numaralı meselesi “hayat pahalılığı!” Böyle olunca insanın aklı fakir fukaranın “geçim meselesine” takılıyor. Özellikle dar ve sabit gelirli kesimler için geçim şartları nereden bakarsanız bakın o kadar zor ki! Ayaklar bir türlü yorganın içerisine girmiyor. Teknik olarak, “açlık sınırı” ve “yoksulluk sınırı” diye isimlendirilen araştırma sonuçlarına bakarsanız dar ve sabit gelirliler için değil yaşamak nefes almak bile imkansız denilebilir. Bir bağ maydanozun bahçeden 50 kuruşa alınıp, pazar tezgahında 5 liraya satıldığı üretenin de, taşıyanın da, satanın da ve en önemlisi alanın da mutlu olmadığı ortamda yaşananlara kim ne diyebilir ki?

Yüzde 50’nin üzerinde arttırılan asgari ücrete rağmen asgari ücretin altında kalan emekli maaşlarıyla, açlık ve yoksulluk sınırının yarısı kadar bile gelire sahip olmayanların temel ihtiyaçlarını karşılamaları ne kadar mümkün olabilir? Aşık Mahsuni’nin söylediği gibi, “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana. Bilmem söylesem mi söylemesem mi?”

Çok düşündüm yazayım mı, yazmayım mı diye… Tam Mahsuni Şerif”in söylediği gibi… Geçtiğimiz günlerde eşe dosta selam vererek dolaşırken bir büfede bulunan arkadaşı ziyaret ettim. Küçük bir büfe… Ekmek, sigara, su, sakız, simit satışı yapıyor anlayacağınız… Dostum, “Ağabey gel otur iki lafın belini kıralım” deyince hemen orada bulunan tabureye iliştim. Sağ olsun kendisi bir maden suyu ikram etti…

İşlerini güçlerini … Sıkıntılı bir ifadeyle, “Küçücük işyerinde fiyat etiketlerini değiştirmeye yetişemiyoruz. Bir de insanlara yeni fiyat söylemekten utanıyoruz” dedi. Özetle “teker dönmüyor, her geçen gün olmayan sermayeden yiyoruz” ifadelerini kullandı. Her neyse… Biz laflarken bir müşteri kafasını pencereden uzatıp bir ekmek istedi… Bir ekmeğe karşılık( Biri 10, diğeri 5 TL olmak üzere) 15 TL uzattı… Ben şaşırdım… “Hayırdır ekmek 15 TL oldu da bizim mi haberimiz yok” diye takıldım… “Yok ağabey öyle değil” dedi.. Ben yine üsteledim, “Galiba borcu vardı…” Büfe işletmecisi olan dostum “Borcu yok, geri kalan para ile ihtiyaç sahiplerine 5 ekmek verilmesi için verdi parayı!”cevabını verince utandım kendi kendime… Gelen müşteri bir ekmek alıp 5 ekmek içinde “askıda ekmek parası!” bırakıp gitti…Yaşananlar karşısında vatandaşımız durumdan vazife çıkarmıştı işte… Sohbetin ilerleyen kısımlarında ekonomik durumu biraz daha orta halli birkaç müşterisinin zaman zaman “askıda ekmek” için para bıraktıklarını, kendi çevresinde de gerçekten ihtiyaç sahibi 5 ailenin bulunduğunu anlattı…

Kenar mahallede küçük bir büfede bile yardımlaşma adına “veren elin, alan eli bilmediği” bir düzenimiz var hala… Derler ya, “Nasip ise gelir Hint’ten, Yemen’den, nasip değilse ne gelir elden.”

Yaşanan derin yoksulluğu, hayat pahalılığını fakir fukara nasıl aşacak diye düşünürken “merhamet ve vicdan sahibi” insanımızın ince düşünceleri ile zorlukların aşıldığını görmek doğrusunu isterseniz insanın gözlerini nemlendiriyor. . Bazılarının insan onurunu ayaklar altına alan “kör gözüme parmak” kabalıkları olsa da milletimizin asaletinin geçmişten günümüze “sadaka taşlarından askıda ekmeğe” hala capcanlı devam ettiğini görmek ayrı bir şükür sebebi oluyor içimizde… Ve insan milletimizin neden hala çok güçlü, dirençli olduğunu daha iyi anlayabiliyor… Yaşanan onca olumsuzluk içimizde bazen karamsarlığa sebep olsa da, güzel haberler, sessiz ve yürekten paylaşımlar yarınlara dair umutlarımızı yükseltiyor… “Umut” yaşamak için bir sebepse, bu ülkede, mübarek vatan topraklarında yarınlara dair umudumuzu hep taze tutmaya devam etmeliyiz…