Ülkenin ve insanımızın bir numaralı gündem maddesi “GEÇİM!”  Vatandaşı “dolar ne kadar olmuş, avro ne kadar TL edermiş?” sorularının cevabından çok markete gittiğinde karşılaştığı acı gerçekler ilgilendiriyor. Elbette bunların döviz kuruyla bir ilgisi var. Ancak bütün bunlar vatandaşın yaşadığı gerçeği değiştirmiyor. Vatandaş markete, pazara, çarşıya gittiğinde karşılaştığı gerçekle yüzleşiyor… “Neden, nasıl, ne olacak?” sorularının cevapları sürekli tartışılıyor olsa da, dar ve sabit gelirli kesimlerin içine düştükleri bilinmezlik kuyusundan çekip çıkaracak elle tutulur bir öneri henüz yok…

Bugün yaşadığımız sıkıntıların çok daha ağırlarını geçmişte yaşamadık mı? El cevap yaşadık… Türkiye bugün geldiği yolu kolay yürümedi. Devalüasyonlar, üç haneli enflasyon rakamları, yağ, tüp, çay, sigara kuyrukları da yaşadık. 24 Ocak 1980 kararları ile yüzleştik, fakirleştik, 5 Nisan kararları, ardından yaşanan 2001 krizi hepsini bir şekilde atlattık. Bugünleri de atlatırız inşallah… Ancak bugün yaşadığımız farklı bir durum var… Toplum olarak bir bedel ödüyoruz. Öngörülebilirlik yok… Şimdilik el yordamıyla gidiyoruz… Hep birlikte “baharı bekliyoruz”, güneşli günleri… Merak ettiğimiz ise bizi gerçek mi,  yoksa “yalancı bir bahar mı” bekliyor? Umut edelim ki gerçek bir bahara hep birlikte kavuşuruz…

+++

Darısı emeklilerin başına!

Günlerdir tartışılan asgari ücret konusunda nihayet nokta konuldu. Genel hoşnutsuzluk üretmeyen bir rakam belirlendi. Fiyat artışlarına yetişebildiği sürece asgari ücret miktarı yaşanan olumsuz ekonomik tabloya rağmen muhalefet de dahil bir memnuniyet uyandırdı… Aslında beklenti rakamların büyüklüğünden çok fiyat artışlarının önüne geçilmesi yönünde.  Doğrusunu söylemek gerekirse rakam hayal kırıklığı değil umut verici… Böyle olunca her dönem TÜİK verilerine göre maaş artışı yapılan emekliler de yeni yıl öncesi nefes alabilmek için gözünü hükümete çevirmiş durumda. Asgari ücret rakamını duyan emekliler, “darısı bizim başımıza” diyorlar. Dileriz herkes muradına kavuşur…

+++

Ekranlardaki kılıç kalkan ekipleri…

Doğrusunu isterseniz benimde hoşuma gidiyor ve nerede ise izlerken benimde kendimi kaptırdığım çok oluyor. Hani şu televizyonlarda hafta başından hafta sonuna kadar sırayla izlediğimiz “tarihi diziler” den söz ediyorum. İçeriğine baktığımızda tarihi gerçekler ile ne kadar uyuşuyor bilmem. Ben gördüğüm kılıç, kalkanlar ve ok-yay eşliğinde muhteşem çekimlerle dikkat kesildiğimiz “kan revan” görüntülerden bahsediyorum.  Kimse sakın yanlış anlamasın, tarihi dizilere karşı değilim. Benim karşı olduğum benzer senaryolar üzerinden ekranlarda yer alan şiddet görüntüleri… Millet olarak kurduğumuz medeniyetlerle övünüyoruz. Övünmekte de haksız değiliz. Doğrusu Türk-İslam medeniyeti kılıç, balta, ok, mızraktan ibaret değil. Bu dizilerdeki savaş sahneleri bizim medeniyetimizin külliyatı olamaz. Türk- İslam medeniyetini anlatmanın tek yolunun; ekranlara “kılıç kalkan ekibinin kılıçlarından damlayan kanlı görüntüleri” doldurmaktan geçiyor diye düşünenler yanlış düşünüyorlar… Medeniyetimizi anlatmanın bir başka yolu bulunabilir… Elbette medeniyetimiz içerisinde fetih de cenk de var. Ayrıca; imar, merhamet, vicdan, adalet var. Eğer birileri bizim medeniyetimizi anlatmak istiyorlarsa yüzlerini gerçek tarihe çevirseler iyi olur. Bu dizilerin tehlikeli bir tarafı olduğunu da düşünüyorum. Acaba bu dizilerdeki sahneler şiddeti tetiklemez mi? Bu sorunun cevabını sorgulaması gerekenlere bırakıyorum…