“Tarihi hafızasını koruyamayan toplumlar Alzheimer hastalığına yakalanırlar... Nereden geldiklerini bilmedikleri gibi nereye gideceklerini de bilmezler...”

Bu aforizmayı sanırım Sunay Akın’dan duymuştum. Çok doğru bir saptamadır. Bugün bile toplumsal huzursuzluğun ve ayrışmanın nedenlerinden biri de budur. O kadar acıdır ki koca bir ülkeyi yöneten veya yönetmeye talip siyasetçilerin bile kendi tarihlerini bilmediği gerçeği sık sık yüzümüze vuruyor. Tarihimizin bu konudaki en entelektüel kişisi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yakın arkadaşlarından Hasan Rıza Soyak onun için “Maziyi hale, hali istikbale naklederdi” diyor. Yani geçmişi iyi bilir bugünkü zamanı ona göre tartar ve gelecek için yol çizerdi. Acaba çocukluğunuzda kaç müze, kaç anıt, kaç savaş meydanı, kaç ören yeri gezdiniz hatırlayan var mıdır? Çok az. Bu yüzdendir ki herkes kendine göre tarih yazıyor ve inanmamızı bekliyor.

HAYATI VE KİŞİLİĞİ

Bu yazımın amacı geçen yüzyılın yetiştirdiği en önemli sanatçı, müzeci, devlet adamı, ressam, sanat eğitmeni ve arkeolog olan bir üstün değeri, Osman Hamdi Bey’i eserleriyle anlatabilmektir. Ömrü öğrenmek, çalışmak, memlekete yarayacak işler yapmak,  kendisinden sonrakilere bir şeyler bırakmak çabalarıyla geçen bir fikir ve sanat adamı. Osman Hamdi Bey, Osmanlı Devletinin batılılaşma çabalarının önemli bir simasıdır. Başyapıtı “Kaplumbağa Terbiyecisi” resminin müellifi ve sanatkârı dersem daha kolay hatırlayacaksınız.

Osman Hamdi Bey sanatçı bir babanın oğlu… Babası İbrahim Edhem Bey Sadrazamlığa (Başbakanlık) kadar yükselmiş bir devlet görevlisi. İbrahim Edhem Paşa’nın dört çocuğu vardı. 1842 Doğumlu Osman Hamdi Bey bu çocuklarından en büyüğüdür ve diğer çocuklarıyla beraber bir kültür adamı olarak yetiştirilmiştir. İlkokula Beşiktaş’ta başladı ve 1856’da Adliye Eğitim Okulu’na (Mekteb-i Maârif-i Adliyye’ye) kaydoldu. 1857’de hukuk tahsili için Paris’e gönderildi. Burada bir yandan hukuk dersleri alırken bir yandan da Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda resim dersleri aldı ve arkeolojiyle ilgilendi. Sanata ve özellikle resme olan ilgisi hukuktan daha ağır basınca zamanının ünlü ressamları olan Jean-Leon Gérôme ve Boulanger’in atölyelerinde çalıştı. Gerome, resimde “Oryantalist” akımın en önemli temsilcilerindendir. Osman Hamdi Bey üzerinde derin bir etki bırakmıştır.

Osman Hamdi Bey 1869’da İstanbul’a döndü. 1878’e kadar Osmanlı Devlet Bürokrasisinin çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1878 Osmanlı- Rus Savaşının bitiminden sonra memuriyetten ayrıldı ve kendini resme adadı.  4 Eylül 1881’de Müze-i Hümayun Müdürlüğüne (Saray Müze Müdürlüğü) getirildi. Kültür tarihimizin Osman Hamdi Beyi, işte bu tayinden sonra doğdu. O, kendini şöyle tanımlıyor;  “1842 yılının hemen hemen son günü, İstanbul’da dünyaya gelen ben, yaşamımı adeta ölümden sonra doğan bir talihe borçluyum. Bu geçen sürede ressam oldum (O sırada 41 yaşındadır). Memur oldum. Arkeolog olup kazılar yaptım. Müzeci oldum. Büyük İskender Lahdi’ni çıkardım. Ülkemin ilk Güzel Sanatlar Okulunu kurmak ve yönetmek de Tanrı’ya şükürler, ben Osman Hamdi kullarına nasip oldu. Bu süre içinde ünüm Avrupa’nın tüm ülkelerine ulaştı. Nişanlar, madalyalar aldım. Akademilere, enstitülere üye seçildim. Birçok üniversite fahri doktorluk unvanı verdi bana. Bir yaşama birçok yaşam sığdırdım. Hiçbir zaman yürümedim, her zaman koştum. Batılıların “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı mülküne yeni bir can, yeni bir kan vermek isteyenlerden biriydim yalnızca.”

MÜZECİ VE ARKEOLOG OSMAN HAMDİ BEY

O. Hamdi Bey, 1877’de Maarif Nezâreti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlı olarak kurulan müze komisyonunun sekiz üyesinden biri oldu. 1881’de Müze-i Hümâyun’un müdürlüğüne getirilince, Türk müzeciliğinde yeni bir dönem başladı. Müze müdürlüğüyle birlikte kültür ve sanat alanındaki çalışmaları yoğunlaştı. Osmanlı Devleti sınırları içindeki tarihî ve sanat değeri taşıyan bütün eserleri müzecilik anlayışı içinde bir araya getirmeyi hedefleyen Osman Hamdi’nin gayretleriyle otuz yıllık Müze-i Hümâyun, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne dönüştü. Öncelikle Çinili Köşk’ün tamiriyle ilgilendi ve yapının daha önceki onarımlarda üzeri sıva ile örtülmüş olan çinilerini açığa çıkardı. 1882’de yeni bir müze binası inşa etme çabasına girdi. Sanâyi-i Nefîse Mektebi ( Güzel Sanatlar Okulu)  için bina inşa ettirdi. Yurt dışında eğitim görmüş, tecrübeli yabancı asıllı öğretmenlerden bir öğretim kadrosu oluşturdu. Ayrıca mektepte açtığı oymacılık bölümüyle heykel sanatı eğitimini başlattı. 1883’te öğretime başlayan Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde 1910’a kadar müdürlük yaptı. Bu okul önce  “Devlet Güzel Sanatlar Akademisi” ve günümüzde de “Mimar Sinan Üniversitesi” ne dönüşmüştür. Üniversitenin bugünkü adı “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi”dir.  Osman Hamdi, 1884’te eski eserlerin devlet malı olması ve yurt dışına çıkarılmasını men eden yeni Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi’ni  (Antika Eserler Yönetmeliği) çıkararak uygulamaya koydu. Yedi maddeden oluşan bu yönetmelik izinsiz kazı yapılmasına ve arkeolojik buluntuların yurt dışına çıkarılmasına engel olmayı amaçlamıştır. Bu yönetmelik Türkiye’de yürürlükteki tek eski eser yasası olarak 1973’e kadar önemini korumuştur. Arkeolojik kazılar yaptırdı. Bazı kazıları kendisi yöneterek ilk Türk arkeoloğu olarak adını duyurdu. Onun müze müdürlüğü zamanında Nemrud dağı, Sayda, Lagina, Tralles (Aydın), Alabanda, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan, Langaza, Sakçagözü, Sidamara, Bozüyük, Rodos, Taşoz (Bozcaada), Yortan, Notion (İzmir), Kade, Gorikos, Tedmür, Mahmudiye (Spara) kazıları yapıldı. H. Schliemann’ın Truva’da gerçekleştirdiği kazıya katıldı. 1887’de Dimosten Baltacı Bey’le birlikte “İskender” ve “Ağlayan Kızlar” lahitlerinin çıkarıldığı ünlü Sayda kazısını başlattı ve bu alanlarla ilgili sayısız kitap çıkardı.

RESSAM OSMAN HAMDI BEY

Aslında biz onu “Ressam Osman Hamdi Bey” olarak biliyoruz. Özellikle figürlü kompozisyonlar ve portreler yanında peyzajlar, natürmortlar, karakalem portre ve desenler yaptı. Tablolarında bazen mimariyi fon olarak kullanıp figürü ön plana aldı, bazen mimariyi ele alıp figürü bunun içine yerleştirdi. Türbe ve cami kapıları, bunların üzerindeki yazıtlar, ağaç ve taş işlemeleri, duvarlardaki çini süslemeler, hatlar, parlak kumaşlar, sedef kakmalı, fildişi ve kemikten yapılmış mobilyalar, buhurdanlıklar, şamdanlar, yağlıklar, miğferler, kılıçlar ve silâhları büyük bir gözlem sonucu doğru bir çizgide ve titiz bir teknikle resmetti. Osman Hamdi Bey, hocası Gérôme’un etkisiyle oryantalist tarzda resimler yaptı. Bizim “Oryantalizm” sözcüğüne aşinalığımız dansözlerden gelir. Doğu kültüründen esinlenen dans figürleri  “Oryantal dans” olarak betimlenir. Bu bile bu kavramın bilinmesi açısından önemli sayılabilir. Oryantalizm TDK’na göre “Doğu Bilimi” anlamına geliyorsa da bana göre salt bilim olarak tariften ziyade batı toplumunun doğulu kültürleri üzerindeki hayal gücü olarak da tasvir edilebilir. “”Şarkiyatçılık” bir başka tanımlamadır.

ESERLERİ

Oryantalist bir ressam olan Osman Hamdi, resimlerinde Avrupalı oryantalist ressamlardan konulara bakış açısı yönüyle farklıdır.  Batılı veya Levanten bir oryantalist ressam Doğu’ya ait konuları işlerken, ya Doğu’nun sefalet, gerilik, fakirliğini yahut da Batılı için ilginç kaçacak sair şeyleri ele alır. Oysa Osman Hamdi Bey ise özellikle Doğu’nun camilerinin, türbelerinin güzellik ve ihtişamını gözler önüne sermeye çalışır. Osman Hamdi Bey’in bazı tablolarında, seyircinin dikkatinin insanların kıyafetine, biraz da tavır ve hareketlerine çekilmek istendiği sezilir. Fakat onun asıl üzerinde durduğu ve dikkatleri çekmek istediği şey, mimari ögeler ve özellikle mimariye ait detaylardır. Detay, resmin en önemli ve çarpıcı unsurudur. Eserlerinde, yaşadığı toprağın uygarlık değerlerini, bunların ortasında ülkesinin atmosferini ortaya koyması en önemli ustalığıdır. O, oryantalizmi Batılı sanatçıların oryantalizmine bir tepki ve karşı cevap şeklinde sürdürdü.  Yurt içinde ve yurt dışındaki müzelerde ve çeşitli koleksiyonlarda eserleri bulunan Osman Hamdi’nin Camiden Çıkış, Balıkçı, Yeşil Cami’de Kur’an Okuma, Halı Satıcısı, Âbıhayat Çeşmesi, Hamam, Kaplumbağa Terbiyecisi, Türbe Kapısı Önünde Kadınlar, Eskihisar, Mimozalı Kadın ve Şehzade Türbesinde Derviş önemli eserlerinden bazılarıdır.

Osman Hamdi Bey, bilimsel donanımı ve sanatsal dehasıyla Doğu dünyasının iftihar abidesidir ve batı dünyasında da ebedi bir yer edinmiş az bulunur mümtaz bir kişiliktir. Resimlerinin pek çoğu ülkemizde ve batılı müzayedelerde inanılmaz rakamlara alıcı bulmuş ve bulmaktadır. Onu resimleriyle anlatmak gerek. Görsellerde önemli resimlerinden bir kısmını, nerede olduklarını ve müzayedelerdeki rekor fiyatları görebilirsiniz.

ÖLÜMÜ

Osman Hamdi ömrünün sonuna kadar bitmek bilmeyen bir çabayla çalıştı ve kısa süren bir hastalığın ardından 24 Şubat 1910’da Kuruçeşme’deki yalısında vefat etti. Cenaze namazı Ayasofya Camii’nde kılınan Osman Hamdi vasiyeti gereği, hayattayken pek sevdiği Eskihisar’da yazlık olarak yaptırdığı çiftlik evinin arkasındaki ağaçlıklı yamacın üstüne gömüldü ve üzerine de Anadolu’dan getirilmiş Selçuklu dönemine ait sanduka ve şâhideler konuldu.

Yolunuz Yalova üzerinden İstanbul’a veya İstanbul üzerinden Yalova’ya feribot veya arabalı vapur güzergâhına düşerse Eskihisar’da bugün müze haline getirilen evini ve kabrini ziyaret edip bu muhteşem kişiliği tanıyınız. Ruhu şad olsun.

( Kaynak; Eylem Tataroğlu- Osman Hamdi Bey: 19.yüzyılın Türk Müzecisi-Devlet Adamı-Ressamı- Sanat eğitimcisi-Arkeoloğu 2018 Tez Çalışması), Habibe Çalışkan (Tasvir Sanatları) , Müzenin Tarihçesi (Arkeoplis.com.)

BASKIEKİM79-10-1

BASKIEKİM79-11-1

BASKIEKİM79-12-1