On yıllardan beri toplum olarak en çok övündüğümüz  bir  tarafımız vardı.

Hoşgörü…

Konukseverlik….

Evindeki  aşını paylaşmak…

Yardımsever…

Acıyı, dertleri, sevinçleri paylaşmak…

İşte övündüğümüz bu davranış biçimleri kaldı mı?

Neden hoşgörüden şiddete dayalı biçimi hale geldik..

En yakınlarımızı bile ziyaret etmemeye başladık.  Artık çağ değişti, herkesin işi gücü var denilerek ‘avunma’ya çalıştık.  Oysa onlarca yıl önce insanlar ‘8 saat’ değil, en az 12 saat çalıştırırlardı.

Adeta köle gibi…

Ancak o zamanlar insanlar yine birbirlerine ziyaret eder, acılarına melhem olur, bir parça ekmeğini paylaşırlardı…

Şimdi; öyle bir hale getirildik ki, karşı komşusunu tanımayan, selam vermeyen, sokaktaki kavgayı izleyen veya orada hemen kaçan ‘birey’ler hale geldik.

Onyıllarca önce ‘birey’den daha çok birlikte hareket eden bir toplum halinde idi insanlar…

Bunun nedeni  aslında ‘sistem’..

Daha doğrusu ‘emperyalizm’ insanları toplumları değiştiriyor. Her toplumun değerlerine artık ‘silahla’ değil o değerleri  yok ederek  ülkeleri ele geçiriyor.

Emperyalizmin en büyük özelliği, temeli ‘sömürmektir’..

Sistemi; ülkeleri, halklarını, kaynaklarını sömürmektir….

Emperyalizm ayrıca toplumları; din, dil, ırk, mezhep ayrılıklarını körükler.

Bu sistem ayrıca ‘faşizmi’ körükler….

Toplum o hale getirdiğinde, ülkenin insanları birbirini ‘sömürmeye’, ‘köşeyi dönmeyi’, ‘bireysel  kurtuluşu’ öne çıkararak hoşgörürsüz, istediğini  ele geçirmek için her şeyi yapmanın ‘mübah’ sayılması, isteğine karşı çıkanlara ‘şiddet’ uygulaması adeta normal hale getiriliyor.

Şiddet olaylarını, acımasız olaylarına her gün tanık oluyoruz. Televizyonlarda, gazetelerde her gün bu tür haberleri izliyor, okuyoruz.

Son yıllarda, yan bakma cinayetleri, kadın cinayetleri, küfür ettin cinayetleri, trafikte yol vermeme cinayetleri veya saldırıdan dolayı ağır yaralanmalarla ilgili olaylar artıyor..

İlimizde son bir hafta içinde sağlık emekçilerine yönelik şiddet olayları var.

Aslında bu tür olaylar diğer illerde de var. Ancak bu şiddet olayları giderek artıyor.

Bu tür şiddet olaylarına bir de politik saldırılar yoğunlaşır. Siyasal anlamda karşı olduğu kişilere, demokratik kitle örgütlerine veya partilere saldırılarda bulunur.

BDP milletvekillerine yönelik ‘linç’, ‘saldırı’ davranış biçimleri ülkedeki barış çalışmalarına yönelik saldırılardır…

‘Sen buraya gelemezsin’ anlamına gelen saldırılar aslında faşizmin  ayak sesleri, ‘bölücülüğün’ aynasıdır.

Biliriz ki bu tür saldırıları bir topluma mal edilemez.  Sadece ‘kandırılmış insanlar’ değil, sistemin her dönemde kullandığı ‘insanlar’dır.

Şöyle geriye bakalım.

6-7 Eylüller, solcu-sağcı, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, ayrışımları, kışkırtmalar…

Sivas, Çorum, Kahramanmaraş katliamları…

Barış ve demokrasi  isteyen, sömürüye karşı çıkan gazeteci, yazar, aydın, politikacıların ‘falili meçhul’e götürülüp öldürülmeleri…

Geçmişten ders almadığımız sürece bugünlerde oluşan şiddet olaylarını, cinayetlerini  algılamak mümkün olur mu?

Bizi bu hale getiren kimlerdir?

Bırakın komşusunu, sokağındaki insanları tanıyan, selam veren, dertlerine derman olmaya çalışan bir toplum iken neden bu hale geldik.

Birbirini koruyan bir toplum iken şimdi neden ‘sessiz’ kalan, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ ya da ‘her koyun kendi bacağından asılır’ anlayışını savunan hale geldik?.