İnsan ne ile yaşar?

Belki de çoğunuzun sık sık cevaplamaya çalıştığı, hatta uğruna hayatınızı harcadığınız bir sorudur bu, kim bilir?

Tarih boyunca insanın varoluş amacı sürekli işlenmiş; filozoflar, krallar, kaşifler, çiftçiler olsun, bu soru dünyada yaşayan her kademedeki insanın aklına bir kez de olsa düşmüş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır.

Aquinalı Thomas insanın nihai amacına mutluluk demiş, Sokrates için kaçmaktansa ölümü  tercih eden gururu olmuş, Tolstoy ise bunun sadece sevgi olduğunu söylemiş.

Şimdi yazmaya Tolstoy'un kısa öykülerinden biri olan 'Çiftçi Pahom’un Öyküsü ile devam edelim, ne dersiniz?

***

Sıradan, kendi halinde yaşayan bir çiftçi olan Pahom, çok zengin olmanın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak dağıttığını duyunca, hayalindeki gibi daha çok toprak sahibi olabilmek için reise gidip bu talebini iletir. Gerçekten de reis herkese istediği kadar toprak veren, cömert bir insandır.

Pahom’a, ''sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek kat ettiğin bütün yerler senin olacak ancak güneş batmadan başladığın yere dönmen lazım, yoksa bütün hakkını kaybedersin'' der. Bunu duyan Pahom güneşin doğuşuyla birlikte başlar yürüyüşüne. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi aklını çeler ve devam eder.

Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış, hakkını kaybedecek. Koşar, koşar ama bir anda takâti kesilir. Halsiz adımlarla devam eder yürüyüşüne, sıcak ve yorgunluktan bir anda Pahom’un burnundan kanlar akmaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken  yere yığılır, bir daha da kalkamaz.

Reis olanları  izlemektedir. Daha önceleri çok kereler şahit olduğu bu durum ile bir kez daha karşılaşmıştır. Adamlarına hemen bir mezar kazmalarını söyler. Çiftçi Pahom’u bu mezara gömdürür. Reis Pahom’un mezarının başında durur ve şöyle der; 

''Bir insana işte bu kadarcık toprak yeter...!

Mütemadiyen biriktirmek istiyorsunuz. Yiyemeyeceğiniz kadar erzak, giyemeyeceğiniz kadar kıyafet, kullanamayacağınız kadar eşya, oturamayacağınız kadar evler… Gözleriniz midelerinizden, arzularınız ihtiyaçlarınızdan daha büyük... ! ''

***

Belki de insana Tanrı tarafından bahşedilemeyen tek şey, neye ihtiyacı olduğunu anlamak yetisidir.

İnsanoğlu elindekilerle yetinemeyen,  bencil bir varlıktır. Hep daha iyi olmak, daha fazla mal mülk edinmek, para kazanmak ister. Açgözlü bir yaratıktır insan, oysa ki insanoğlunun unuttuğu ve ihtiyacı olan şey sevgidir. Bir insan az parayla yaşayabilir ama sevgisiz yaşayamaz. Bu durum, bitkilerin su ile olan münasebetine benzer. Bütün bitkilerin suya olan ihtiyacı gibi, insanoğlu da "sevgi" sayesinde serpilip büyür, gelişir.

En önemlisi de insan kendini severek yaşar. Velhasıl kendinizi sevmiyorsanız nasıl yaşarsınız? Kendinize tahammül edemiyorsanız başkalarına nasıl edeceksiniz ki?

Diğer taraftan, "insan hevesle, umutla yaşar." Hepiniz belli yaşlara kadar  çeşitli isteklerle, arzularla gelmiyor musunuz? Üniversiteyi kazanayım, okulu bitireyim, işe gireyim, evleneyim. Param olsun. Bütün bunlar için tek bir motivasyon kaynağınız oluyor değil mi?  Hevesiniz, umudunuz...

İnsan sevdikleri, sevmedikleri, istedikleri, istemedikleri, yapabildikleri, yapamadıkları, gururu ve hayata karşı duruşuyla yaşar,  yaşamalı...

Kısacası insan inanarak, sevgiyle, umutla ve en önemlisi de inatla yaşar.

Belki de asıl sorulması gereken soru şu olmalı; İnsan ne diye yaşar?

Sevgiyle kalın efendim...