Bitmeyen güzellikteki muhabbetlerimizden…

Gerçek bir hikâyeden...

Türkiye’nin uzak illerinden birinde, kasabaya yeni tayin olan genç bir memur, ne yapıp edip kasabanın zengin ve ileri gelenlerinden birinin son derece çirkin kızıyla nişanlanır.
Kasabalı bekar gençler dururken, bu yeni gelen yabancının çirkin de olsa zengin kızla nişanlanması herkesin diline düşer; dedikodular alır başını gider:

"Bu çirkin kızla parası için evlenecek."

"Kesin parası için"

"Oh, ne güzel!

Elin yabancısı, zengin kayınpederin paracıklarına konacak."

Genç adam, kulağına gelenlere aldırmaz; duydukları umurunda bile olmaz. Hayatına devam eder. Diğer taraftan, kasabada memurluğun yanı sıra, mesai saatleri dışında küçük bir dükkân açarak esnaflık yapmaya başlar.
Her ne kadar aldırmasa da, sürekli duyduğu dedikodulardan bir süre sonra rahatsız olmaya başlar.

Sonunda, dedikodusunu yapanlara bir kurnazlık yapmayı düşünür.

"Siz şimdi gününüzü görürsünüz " der. Ve hiç kimsenin beklemediği bir şey yapar.
Kocaman bir tabela hazırlatarak, kapıdan girenlerin göreceği şekilde dükkânının duvarına asar.
Tabelada sadece şunlar yazar:
"Derler...
Desinler...
Ne derlerse desinler..."

Tabela öyle bir yerde asılıdır ki; dükkâna her giren, duvarda asılı olan bu yazıyı okumadan gidemez.
Bu sefer de kasaba ahalisi bunu konuşmaya başlar.
Genç memur, yaptığından memnun, çevresindekileri umursamadan, pişkin pişkin işini yapmaya devam eder.

Günün birinde beklenmedik bir şey olur. Bizim kurnaz memur aniden ve hiç kimseye bir şey söylemeden, tasını tarağını toplayıp kasabadan çekip gider. Ancak, bu gidişin nasıl ve neden olduğu hiçbir zaman anlaşılamaz.
Evlilik mi?
Ne evlilik olur, ne düğün…

Esnaflığa soyunan memurdan geriye sadece o tabela ve kulaktan kulağa anlatılanlar kalır.

Not: Bu hikâyeyi bana aktaran, pek sevdiğim biri, “Ben bizzat bu tabelayı gözlerimle gördüm.” dedi.
Sevgimle kalın…