Malum, önümüz 14 Şubat. Aşk için bir şeyler söylemek lazım...!

Nasıl ki; her filozofun kendince felsefik  bir tanımı var ise,  herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır. Yani aşk, ne hissediyorsanız tam olarak odur. Diğer taraftan da insanlık tarihi boyunca hakkında en çok tanımı yapılmış kavramlardan birisidir.

Cevat Çapan ise ''Soluk Soluğa'' isimli şiirinde bakın nasıl anlatıyor aşkı...!

***

Uzun, karanlık bir çığlığında ardına düşebilir insan,
Titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
Bırakıp her şeyi döner.
Aşk bir buluşmadır çünkü,
Her zaman gecikmiş bir buluşma.

Bitmeyen bir kavuşmadır da aşk.
Araya her zaman bir şeyler girer:
Bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
Bazen nabzın hızı yüreğin titreyişi,
Tüylerin telaşla besleniyor gibidir.
Araya her zaman bir şeyler girer:
Çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
Nereden bilebilir insan
Bunların hepsinin de aşk olabileceğini?

Çoğu kez aldatıcıdır da,
Bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
Oysa aşk hiçbir zaman yarış değildir ki.
Bu yüzden yanılır hep
Sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
Sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
Buğulu bir fotoğraf kılığıyla da,
Bakarsın, ona da dadanmış
Gündelik hayatın sosyolojisi.

Yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
Çağıran o titrek yazı yeniden belirir.
Çünkü aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.

***

Hadi şimdi hep beraber 'aşk'ı irdelemeye devam edelim,  ne dersiniz? 

Aşk nedir, sorusunun cevabını Sartre ise,  “Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur,” diyerek veriyor.

Aşk...

Bir kayboluş, kişinin şuurunun tamamen ortadan kayboluşu, belki de bir gaflet halidir, kim bilir? Aşk bir akıl tutulması, bir nevi delilik hali...

İçinde sevgi ve nefreti aynı anda barındıran, kendi iradeniz dışında işleyen, normal zamanlarınızda asla yapmam diyeceğiniz çok şeyi size yaptırabilen hastalıklı bir duygudur, aşk. Yaşadıklarınızın ne kadar gerçek olduğuna inanmak isteseniz de aşkın muhteviyatında hayali bir taraf ve hep bir yarımlık bulunur. Elbette aşkın var olabilmesi ve onu gerçekmiş gibi düşünebilmeniz için, bir çok hayali kurguya ihtiyacınız vardır. O kurgunun içinde neler neler yoktur ki, hüzün, sevinç, keder ve en çok da imkansızlık...

Aşık olduğunuzda sevgilinizle  çok mutlusunuzdur. Birbirinizi anladığınızı düşünüp beraberliğinize sımsıkı sarılırsınız. İşte bu karşılıklı muhtaçlık ve ortak paydaşlık hissi aslında, pek de uzun sürmeyecek olan  saadetinizin başlangıcıdır.

Duygularınızın yoğunlaşmasıyla birlikte, hayatınıza kattığınız kişiyi içinizdeki boşluğu dolduracak değerli bir varlık haline getirirsiniz. Aşkı hissetmeye başladığınız andan itibaren de, "O"nun sevdiği ne varsa hepsine dahil olup, hayatınızın her anına ''o"nu katmak istersiniz. Hatta birdenbire şair kesilebilirsiniz. Gözünüzü  karartıp uzakları yakın etmek, onun uğruna yaşadığınız şehri terk etmeyi bile göze almak isteyebilirsiniz. Hayata her zamankinden farklı bakıp, birdenbire gençleşiverirsiniz. Artık başınıza gelen iyi kötü her şeyin tek bir sorumlusu vardır, aşk.  

Zamanla en üst seviyeye çıkan duygularınızın şiddeti azalır, aklınız yerine gelir ve her şey aniden başladığı gibi sonlanıverir. En sonunda mı? En sonunda güzel hayallerle başlayıp, ciddi hayal kırıklıkları ile son bulacak olan illüzyondan kurtuluverirsiniz. Kendinizi sevmeyen ve  kendi kendinize yetemeyen bir kişiyseniz, yanılgınız tam da burada başlar. Çünkü yanılgı üzerine kurulu her şey gibi, gerçekleri görmeye başladığınızda hüsran ile yüz yüze gelirsiniz. Eğer kendinizin farkında olarak yola çıkarsanız da aşk ile özgürleşip  büyürsünüz.

Uzun lafın kısası, zordur onunla başa çıkmak; Cemal Süreya'nın dediği gibi; “Annesinden dayak yediği halde, yine anne diye ağlayan bir çocuktur aşk ”

İsterseniz burada bırakalım!

Çünkü aşkın ne olduğu tarif edilemez, o hissedilir sadece...

Ha, bir de unutmadan söyleyeyim,  aramayın!

O bir gün gelir ve sizi bulur...!

'Aşk'la kalın efendim...!