Sabah yürüyüşündeyim. Evimden çıkmış Bodrum Marinasına doğru gidiyorum. Sonbahar, ya da diğer adıyla sarı yaz, olanca serinliğiyle hissediliyor. Yazın o kavurucu sıcağından sonra bu serinlik insana ilaç gibi geliyor. Öyle ki,  her anını doya doya yaşamak istiyorum.

O gün yürüyüşten yorulup karşıma çıkan ilk banka oturmuş kafamda türlü düşüncelere dalmışken hemen önümde dikilen ve cep telefonuyla konuşan 40 yaşlarındaki bir adamın telaşlı sesiyle kendime geldim:

"Hanfendi, hanfendi, pardon burası neresi?"

Kafamı kaldırıp telefonunu kulağından ayırmadan bekleyen adamı cevapladım:

"Belediye Meydanı."

Adam aldığı cevabı telefondaki insana söyleyerek konuşmasına devam etti:

"Burası deniz kenarında bir yer, yakında bir Yapı Kredi var. Belediye Meydanı, dedi buradaki hanfendi. Ne zaman geleceksiniz? Yarım saat mi, tamam bekliyorum. "

Yaklaşık bir metre yakınımda bangır bangır telefon görüşmesi yapan bu adamı biraz garipseyerek dinledim. Bizimki telefonunu kapatınca sordu:

"Hanfendi burada bekleyebilir miyim?"

"Tabii."

Onay verir vermez, aceleyle kendisini oturduğum banka attı. Bir taraftan da seri bir şekilde konuşuyordu.

"Hanfendi bu sabah uçaktan indim. Dubai'den geliyorum ben. İlk defa geliyorum Türkiye'ye. Acaba burada yaşayabilecek miyim?"

'Allah Allah bu ne diyor böyle!' diye düşünerek sordum:

"Neden ki?"

"Valla hanfendi, biz orada lüks içinde yaşamaya alışmışız ya, şatafatlı hayatlara alışmışız, burada yapabilecek miyim, bilmiyorum."

Kurduğu cümleler, hareketleri o kadar garipti ki, ister istemez üzerindeki kılık kıyafeti incelemeye başladım. Çok giyilmekten dizleri iz yapıp solmuş kahverengi pantolonuna, boyasız siyah ayakkabılarına takıldı gözlerim. Bu adam da bir iş vardı ya, hadi bakalım.

 'Şunu bir konuşturayım, bakalım altından ne çıkacak?' diye düşünerek, tekrar sordum:

"Ta Dubai'den geliyorsunuz, sizi neden havaalanından karşılamadılar?"

"Ha, ben sabırsız bir insanım, bu tarafa gelen bir araç bulunca atlayıp geldim. Mimarım ben, burada Yalıkavak'ta otel yapıyoruz."

"Hımm..."

Huylandığımı fark edince tekrar cep telefonunu çıkardı, kendisi gibi bir karakterle uyuşması pek de mümkün olmayan, oldukça lüks bir otel inşaatının fotoğraflarını tek tek göstermeye başladı:

"Bakın bu benim projem, nasıl buldunuz?"

Devam etti:

"Hanfendi bakın ne diyeceğim. Buraya yönetici lazım bana. Sizin illâki bir tanıdığınız vardır. Siz bile olabilirsiniz. Şimdi ben Dubaili olunca işim zor burada benim. Kimseye güvenmiyorum. Siz benimle çalışır mısınız?"

Tekrar şüpheyle suratına bakıp cevap verdim:

"Mâlesef tanıdığım yok, ben de çalışmayı düşünmüyorum. Maşallah çok da iyi Türkçe konuşuyorsunuz."

"Benim babam Arap, annem Türk, İzmirli. Ondan iyi Türkçe konuşuyorum."

Ardı ardına gelen çelişkileri görünce 'Acaba bunun sonu nereye kadar gidecek?' diye merakla sormaya devam ettim.

"Allah Allah, İzmirli ile Dubaili birbirlerini nerede bulmuşlar acaba?"

"Hee, İzmir'de üniversite okurken tanışmışlar, ben Türkçeyi annemden öğrendim."

"Bayağı güzel öğrenmişsiniz."

"Teşekkür ederim."

"Hanfendi sizin Facebook'unuz var mı? Ekleyeyim."

"Maalesef sosyal medya kullanmıyorum ben."

O arada yine cep telefonunu çıkartıp Facebook hesabını bana göstermeye çalıştı.

Baktım,  profil resminde 48 plakalı son derece eski model bir araç, yanında da bizim zât-ı muhterem.

"Maşallah buralara yeni geldim diyorsunuz ama 48 plakalı bir araç ile fotoğrafınız var."

Çuvallayınca nasıl toparlayacağını bilemeden cevap verdi:

"Ya o benim kuzenimin arabası, İzmir'de çektirdim fotoğrafı."

"Artık bu oyuna bir son verelim mi? Siz karşınızdaki insanı aptal mı zannediyorsunuz?"

"Yok vallahi hanfendi, özür dilerim. Siz çok akıllısınız, hatta çok uyanıksınız."

Ters ters bakınca bizimki kaçarcasına uzaklaştı yanımdan. Yalnız kalınca 'Acaba bu yalanlara inananlar oluyor mu?' diye kendime sordum.

Oluyor demek ki...

Olaylar, olaylar...

Sevgiyle kalın efendim.