Bir gün Muğla Milas'tayım; sabah saatleri, hava çok soğuk ve kış olanca şiddetiyle kendini hissettiriyor. Sık sık uğradığım terzime geldim fakat garip bir şekilde terzim yerinde yok, onun gibi aşırı disiplinli bir insandan beklenmeyecek şekilde dükkân kapalı. Öyle ki ne zaman gitmeye karar versem telefon etmek ihtiyacı hissetmem. Çünkü o hep oradadır.

Arabayı park edip soğuk havada çarşının en sonundaki dükkâna ulaşmak için yarım saat yol yürüdüğümü düşününce kapının kilitli olduğunu görmek hiç hoşuma gitmedi. Tam geri dönecekken, bitişikte dükkânı bulunan orta yaşlı erkek berberi beni fark etti ve kapıdan kafasını uzatıp konuşmaya başladı:

"Esat Abi bankaya kadar gitti. Yarım saate gelir." Telaşla dükkânının önünde bulunan tabureleri işaret ederek ekledi, "İsterseniz burada bekleyebilirsiniz."

Taburelere göz ucuyla baktım ama soğuk havada dışarıda oturmak pek mantıklı görünmedi.  Yanıt verdim:

"Teşekkür ederim. O zaman ben Esat Abi gelene kadar etrafı şöyle bir dolaşayım."

"Peki, siz bilirsiniz."

Sabahın saat 9’unda çoğu esnaf henüz dükkânını açmamış olsa da Milas'ın daracık ve sevimli sokaklarında keyifle dolaşmaya başladım. Çarşının neredeyse bütün sokaklarına girip çıktım, çok zaman geçti sanıp saatime baktım, dükkândan ayrılalı daha 20 dakika geçmiş.

 "Artık gideyim Esat Abi gelmiştir" dedim.

Terzi dükkânının önüne geldiğimde hala açılmamış olduğunu gördüm. Çaresizce yandaki berberin gülümseyerek başıyla işaret ettiği kaldırımdaki taburelere oturdum. Oturur oturmaz bizim berber kilosundan ve yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle önüme dikildi:

"Bir şey içer misiniz?"

"Çay içerim, zahmet olmazsa."

'Misafirimize bir çay getir' diye seslenmesiyle, elinde tepsisi nereden çıktığını anlayamadığım çelimsiz bir adam, çayımı elime tutuşturuverdi.

Soğukta sıcak çay ilaç gibi geldi. Çayımı içerken bir taraftan da etrafı incelemeye başladım. Gözlerim karşı çaprazımdaki duvara asılmış kocaman bir panoya takıldı. Neredeyse bir kat yüksekliğindeki panoda masa başında çekilmiş bir sürü fotoğraf, fotoğrafların üzerinde de ilginç bir yazı vardı. Gördüklerim ilgimi çekti. Elimde çayım yerimden kalktım. "Şunları bir de yakından göreyim." dedim.

"Burası para kazanmaktan daha çok dünyaya hoşluk katmak isteyenlerin yeridir." Yazının hemen altında bu mekânda eğlenirken çekilmiş kişilerin, ailelerin, grupların fotoğrafları var. Yazı o kadar hoşuma gitti ki, düşünmeye başladım. Paranın önemsizliği, dünyaya hoşluk katmak...

Ne güzel ifadeler bunlar.

Kubbede hoş bir sadâ bırakan şair,  Baki’yi hatırlattı bana...

Ne demişti şair, ''Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" 

Okurken bile insanı hoş hissettirip düşündürten bu yazıyla türlü türlü düşüncelere dalmışken bana az evvel çay getiren kahvecinin tınılı sesiyle kendime geldim:

"Burada ne varsa bizde de var."

Bizimki onu anlamadığımı fark edince tekrar etti:

"Burada ne varsa bizde de var."

Şaşkınlıkla, 'Bu adamcağız ne anlatmaya çalışıyor olabilir böyle?' diye kendi kendime sordum.

Sonra "Sizin yeriniz nerede ki?" dedim.

Eliyle kocaman panonun olduğu duvarın karşısında bulunan mekânı işaret ederek cevap verdi:

''Burası.''

Tekrar sordum:

"Peki, bu yazının olduğu mekân neresi?"

"Bizim üst katımız orası."

"Baksanıza ne güzel yazmış, yazan kişinin parayla pulla ilgisi yok demek!"

"Bakmayın öyle yazdığına, hiç de ucuz bir yer değil. Burada kavurma 55 lira biz de 30 lira, burada rakı bu kadar, bizde bu kadar. Ama nedense dolup taşıyor burası."

Bizimki konuşurken hafif bir kıskançlık sezdim ve sordum:

"Neden acaba?"

Taşralı saflığıyla cevap verdi:

 "Vallahi biz de bilmiyoruz."

O arada elime tutuşturduğu ikinci çayı 'ben şimdi bu adamcağıza hissettiklerimi nasıl anlatabilirim ki'' diye düşünerek içtim.

İnsan bu iki cümleyi okuduğunda bile kendini hoş hissediyorsa demek ki orası gerçekten 'dünyaya hoşluk katmak isteyenlerin yeri' olmalı.

Sevgiyle kalın efendim...