Ölüm dolaşıyor toprakta.

Ölüm nöbette…

Ölümü getiriyorlar yalanlarıyla…

Sağımız, solumuz, önümüz arkamız; ölüm..

Silah, bomba sesleri bastırıyor yaşamın sesini…

Kadınların, çocukların çığlıkları ölüme yansıyor…

İnsanlar katlediliyor..

Bazen bomlar, kurşunlar… Bazen kafalarını keserek öldürüyorlar…

Linç ediyorlar hayatları….

Üşüyorum, haydi tut elimi bitanem…

Sana ve şiire sığınıyorum…

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Kızılırmak şiirini okuyorum ölümün üstüne..

“Birgün çıkıp geldiler - anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini -tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını -çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar - tiklerini mi-miklerini çiğliklerini - gençkızların düşlerini getirip bırak-tılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar – iplerini oltalarını konservekutularmı - süttozlarmı soyalarını sa-lemlerini - kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını -bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini - anamızabacımıza çocuğumuza - en çok önem verdiğimiz şeyle-rimize - üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana-rak - tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle - atlarınıseyislerini çombelerini - tıraşlarını ve dişlerini getirip bı-raktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - son-ra güzel güzel anlaşmaları - sonra güzel güzel sözleş-meleri - sonra güzel güzel paylaşmaları - asılmış-ların ve asılacakların izniyle - vedurmadan durmadanbaltazar bayramlarını - sonra güzel güzel savaş uçakla-rını - radarları rampaları atombombalarmı - denizaltı de-nizüstü birşeylerini - bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini -piekslerini bitekslerini bitpazarlarını - eroinlerini kokain-lerini getirip bıraktılar - hergün hergün yeniden getiripbıraktılar-

             ve sonra çekilip gitmediler gemilerine

             ve sonra çekilip gitmediler gemilerine

             ve sonra çekilip gitmediler gemilerine

                     ve artık okadar çok şey getirdiler ki

                     ve artık okadar çok şey getirdiler ki

                     ve artık okadar çok şey getirdiler ki

                            bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde”

Etrafımızda ölüm kol geziyor..

Irak’ta, Suriye’de, Kobane’de, Filistin’de,…

Anneler, babalar, sevgileler, çocuklar öldürülüyor…

Üşüyorum, haydi tut elimi bitanem…

Sana ve şiire sığınıyorum…

Nuri Can’ın ‘Ahhh Züleyha’sına seslendiği gibi..

“Her aynada bir yüz unuttum

her kıyıda bir göz

bastırdıkça yanan yüreğimin üstüne ellerimi

iliklerime dek ürperdim

sıcak bir cehennem oldu dünya

anladım ki hiç bir mevsimde yeşermiyor acı

ve hiç bir acıyı alıp götürmüyor ırmaklar

(...)ömrümün en amansız telindeyim tut elimden

yüreğimde şiir ol ışıt beni

koru beni, sar beni, solu beni, anla beni...”

Üşüyorum, haydi tut elimi…

Barış için, yaşamak için, sevgi için, kardeşlik için savaşın üzerine üzerine gidelim…

Savaşlar bitsin diye….

Zamansız getirilen ölüme karşı….

Bu ölüm ‘kader’ değil diye…

Üşüyorum, haydi tut elimi bitanem…

Sana ve şiire sığınıyorum…

Nevzat Çelik’in ‘Güz’ şiirindeki gibi sesleniyorum sana bitanem.

“(..)Felaketim olacak biliyorum

bu vakitli vakitsiz bastıran keder

bu kalbime sürtünen cehennem telaşı

voltamın ucunda savrulan bu sapsarı hüzün

bu senin tüfeklerin menziline düşen güzelim yüzün

ülkemin yüzü kentlerin dağların yüzü

bu işkence bu ayrılık bu zulüm

sonra bu diz boyu yaprak ölüsü

göçüp giden bu kuşlar..

ağlamak ayıp değil işin kötüsü

alaca bulaca yürüyor üstüme bulut

gözlerime değerse duramam

sevgilim sevgilim ellerimi tut”

Yüreklerimiz elele dolaşıyor Nihat Behram’ın ‘Şimdi Biz sevişiyorsak’ şiirinin içinde…

“İşte dal gibi endamı sevgimizin

gırtlağımızda huysuzlanan acımtırak titreyiş

işte gövdemizi fırlatarak girdiğimiz kavga

adımlarımızdan boşalan korda sarsılan toprak

 

Şimdi biz seviyorsak

– ki grevlerden

dövüşerek kuşatılan halktan öğrendik bunu –

ayrılığın olduğu kadar kavuşmanın

güvenin ve

verimli gürültünün yazlarını taşırız dünyaya

 

Çünkü biz sevişiyorsak

çırılçıplak işçileri var demektir sevginin.”

 

Üşüyorum, haydi tut elimi bitanem…

Sana ve şiire sığınıyorum…