Çocukluğumuzu yaşarken bir an önce büyümeyi isteriz. İşimiz-gücümüz olsun, çok para kazanalım, iyi yaşayalım…

Bunlar; bir yolu ve amacı olduğunu düşünmeye sevk ettirir kimilerini, henüz kemale ermemiş olsa da! Ancak çoğu zaman unutulan bir şey vardır.  O amaca ulaşmak için kaynaklara ihtiyaç duyduğumuz ve herkesin bunlara eşit olarak erişemediği gerçeği!

Gezegenimizde neredeyse her yerde yoksul insanlar bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin istatistiklerine baktığımızda, beş kişiden birinin günde 1,25 doların altında gelirle yaşamaya çalıştığını görmekteyiz. Aman ha, neden dolar ile belirttin Selma demeyin! Az sonra çayın yanında yerli para birimimiz ile de yazarım.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO): “2020 sonu itibariyle dünyada 820 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Acil tedbirler alınmazsa dramatik sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz” diyor. Ey FAO, kaldık bile!

Yoksulluk sınırı, yeterli hayat standardında yaşayabilmek için gerekli olan minimum gelir miktarıdır. Açlık sınırı, çekirdek bir ailenin alması gereken minimum kalori miktarının maliyetinin hesaplanmasıdır. Türk-İş’in Haziran 2021 açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre; dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 865 TL, yoksulluk sınırı ise 9 bin 332 TL oldu.

Yoksulluğun sonucu açlıktır. Hindistan lideri Mahatma Gandhi’ye göre; “Yoksulluk, şiddetin en kötü şeklidir.” Peki ya size göre?

Değerli Okurlarım, Eskişehir’in farklı yerlerinden insan manzaraları ile sohbetimize devam edelim.

Bir ay kadar önceydi. Oturduğum sitenin yakınında bulunan Migros’a yürürken, aynı istikamette anne-kız gördüm. 30-35’lerinde, narin, çekingen tavırlı, gri başörtülü ve uzun giysiler içindeki kadının elinde kâğıt mendil, yara bandı paketleri vardı. Aslında kadından ziyade, zihinsel engelli 10-12 yaşlarındaki kızına gözüm takılmıştı uzaktan ilk gördüğümde. Gülsüm gelmişti aklıma! Sessizce ve kibarca “İster misiniz?” dedi kadın. “Evet” dedim. Kızının okula gidip, gitmediğini kısa sohbetimizin arasında sordum ve yoluma devam ettim. İki dakika geçmemişti, markete vardım. Giriş kapısının önünde 35’lerinde, rengârenk giysiler içinde, çok sesli iki kadın konuşmaktaydı. Az evvel anne-kız ile yaşadığımız sessiz, masumane ve duygu yüklü anların yüreğimdeki izleri, bir anda kadınlardan birinin bakıp “Bana yağ al içerden” diye kaba ve normalin üstündeki ses tonlu cümlesi ile dağılıverdi. Ne diyeceğimi bilemedim, padişah kılıcı keskinliğindeki tavır ve bakış sırasında. Ki, kadından kol hareketleri eşliğinde bir emir cümlesi daha yükseldi. “Alacak mısın almayacak mısın? Ona göre bekleyeceğim”.

Yorum sizindir!

Birkaç gün geçmemişti. Dede Korkut Parkı yakınında, uzun ince bir yoldayım. Kaldırımın kenarına sırtını yaslamış metal çöp konteynerinin içine giren bir baş ve bir çift kol ile karşı karşıya kaldım. Bir erkek bu defa, 40’larında gibi. Sağ elini attı ve ağzı açık olsa gerek, bir poşet buldu. Fındık lahmacun büyüklüğünde 3-4 tane krep çıktı. Sonrası… Ne siz sorun ne ben söyleyeyim!

Gidiyorum gündüz gece, bilmiyorum ne haldayım?

Gidiyorum gündüz gece, gündüz gece, gündüz gece vay.

 

Ömrü hayatımızda yokluk ta var, yoksullukta var, yolsuzluk ta…

Hz. Muhammed’in(s.a.v.) bir Hadis-i Şerif’i şöyledir: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” Öyle bir zamana geldik ki! Sözüm meclisten dışarı, komşusundan haberi olmayan toplum yapısına büründük.

Atalarımız “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” duasını dillerinden düşürmemiştir. Açlığın yol açtığı sorunlardan ilk aklıma gelenler; hastalıklar, ölümler, iş gücü ve üretim kaybı, ruhsal çöküntü, suç işleme ve şiddete eğilimin artması. Geçen hafta Agro TV’de lisans yıllarımdan staj arkadaşım Prof. Dr. Bülent Gülçubuk’u dinledim. Ülkemizde her 3 kişiden birinin sosyal yardım ile geçindiğini belirtti. Durum hiç de iç açıcı değil maalesef!

Açlık sorununu çözememiş bir toplumun sosyal huzurunu sağlaması, kalkınma yolunda hızla ilerlemesi, uluslararası alanda kendi menfaatlerini gözeten politikalar izleyebilmesi olanaksızdır. O halde, barış ve huzur içinde bir dünya ortaya koyabilmenin ön koşullarından biri; açlık sorununun çözülmesidir.

Diğer taraftan; 2021 Birleşmiş Milletler Gıda İsrafı Endeksi Raporu’na göre 84 milyon insanın yaşadığı ülkemizde, her yıl kişi başına 93 kilogram yiyecek çöpe atılmaktadır. 7,8 milyar nüfuslu dünyamızda gıdanın en fazla israf edildiği ülkeler arasındayız yazık ki!

Bir tarafta açlık, yoksulluk, diğer tarafta israf! Bu ne yaman çelişki…

Aynı rapora göre; israfın yüzde 61’i evlerimizde, yüzde 26’sı gıda hizmeti veren yerlerde, yüzde 13’ü gıda satıcılarında olmaktadır.

Gıda israfıyla mücadelenin ilk kuralı, gıda atığı oluşmadan engellemek veya atığı kaynağında azaltmaktır. Hepimizin bildiği üzere;  planlı alışveriş yapmak, ihtiyaç kadar almak, doğru muhafaza etmek, buzdolabında kalan gıdaları değerlendireceğimiz yemek tarifleri uygulamak israfı azaltacak yollardandır.

Metro Gros Market’te çalıştığım yıllarda; taze bölümlerde uyguladığımız FIFO Yöntemi(First in First out-ilk giren ilk çıkar) tüm dünyada önemini sürdürmektedir. Bu değerleme yöntemi, üretime verilecek veya satılacak malların stoklara ilk önce giren mallardan olması gerektiğine dayanır.

Gıda israfının önüne geçmek ve her bir vatandaşımızın yeterli gıdaya ulaşmasını sağlamak adına başta belediyeler olmak üzere kamunun tüm kesimlerine, HORECA(Hotel/Restoran/Catering) işletmelerine, üreticilere ve tabii ki tüketicilere büyük görevler düşüyor.

1 milyar 439 milyon 323 bin 774 kişi ile dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’den ilginç bir örnek gelsin. Gıda israfını önlemek amacıyla, 2020 yılının Ağustos’unda Devlet Başkanı Şi Cinping restoranlarda “Boş Tabak Kampanyası” başlatmış.

N-1 denilen kurala göre en fazla, kişi sayısından bir eksik sayıda yemek siparişi verilebilecek. Buna göre, beş kişilik bir aile en fazla dört porsiyon yemek söyleyebilecek. Bununla birlikte porsiyonların yarıya düşürülmesi ya da azaltılması, artan yemeklerin eve götürülmesi için restoranlarda kutular bulundurulması isteniyor. Yeme-içme yerlerine “idareli yiyin” yazılı ışıklı levhalar konulmuş. Ülke polisi denetleme ağının içinde, tabakta kalan yemekleri çöpe döken garson ve çalışanların işlerine son verilmesinden sorumlu tutulmuş. Yerel idarelerin kontrolörleri de, israfa karşı müşterilerin kurallara uyup, uymadığını denetliyormuş.

Müşterilerin denetlenmesi, ilginç değil mi? Nasrettin Hoca bir fıkrasında  “Parayı veren düdüğü çalar” der. Çin’de, her parayı veren düdüğü çalamayacak anlaşılan.

N-1 kampanyasına ilave olarak 6 ay kadar önce, yeni bir yasa ile video paylaşım platformlarında “mukbang” adıyla bilinen yemek yeme videolarının paylaşılması da yasaklandı. Paylaşanlara verilen ceza 100 bin yuan(yaklaşık 15 bin 450 Amerikan doları).

Kendi soframıza sahip çıkmadan önce; Çin’in gıda israfına karşı ilk kez kampanya başlatmadığını belirtmek isterim. Yıl 2013 “Boş Tabak Operasyonu” gerçekleştirilmiş. Ancak o tarihte, halka yönelik değil, yetkililer tarafından düzenlenen abartılı ziyafetleri ve resepsiyonları hedef alıyormuş.

Gelelim yurdumuza. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 2021 yılı Haziran’ında hayata geçirilen “Gıdanı koru,  sofrana sahip çık” tüm hızıyla devam ediyor. Kampanya kapsamında 790 bin kişi “sofranasahipcik.com” adresine girerek söz vermiş. Ve Guinness nezdinde dünyada ilk kez “çevresel sürdürülebilirlik” alanında verilen en fazla söz” rekoru kırılmış.

Umut ediyorum ki, sözde kalmaz. Yapılan ve planlanan çalışmalar etkili, uzun soluklu olur. Gerçek yoksullara da çare oluşturur.

Çocuklarımız ve gençlerimiz büyüdüklerinde çocukluklarını özlemezler. Bizler de; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, hiç yaşamamış gibi ölmeyiz.

Son söz Cahit Sıtkı Tarancı’dan: “Memleket isterim ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun. Kış günü herkesin evi barkı olsun.”

Kalın sağlıcakla…