18 Martta başlayan deniz savaşlarından sonuç alamayan müttefiklerin isi karada bitirmeye karar vermesiyle, 25 Nisan 1915’de başlayıp 29 Agustos’ta sona eren kara muharebeleri başlamış oluyordu.

Onlar adına ne talihsizliktir ki daha ilk hamlede Mustafa Kemal gibi gelecegin bir büyük Maresaline rastladılar. O gün savasın en kanlı, en vahsi dönemi baslamıs oldu. Bu savasın sonunda kayıtlara göre 57 bin sehit, 21 bin hastalıktan ölüm, 10 bin kayıp, 100 bin yaralı, 64 bin hastalıktan olmak üzere 252 bin zayiat verdik. Müttefik devletlerin kayıpları da bir o kadar oldu. Böylece toplam 500 bin kisi bu büyük kırımın kurbanı oldu.
Savas denince her ne kadar teknoloji, bilim, strateji, kan, vahset gibi ögeler agır bassa da bunun birde insan unsuru vardır. Muharebe alanlarının dehset, kan ve tozdan olusan ortamı içinde degisik kültürlerden gelen insanların yasadıkları, psikolojileri ve birbirleri ile etkilesimleri geride insana dair ilginç anlar, ilginç izler bırakıyor. Bu askerler yeni bir cografyaya alısma ve hayat-
ta kalma arasında gidip gelirler. Savasla bire bir yüzlesmis bu insanların geride bıraktıkları anı ve yasanmıslıkları genellikle çıkarmanın ana unsuru Avustralyalı Anzaklar’ın mektup ve günlüklerinden ögreniyoruz. Mehmetçigin çogu okuma yazma bilmediginden veya günlük yazma alıskanlıgı olmadıgından geride pek az yazılı belge bırakmıslardır.

TÜRKLER DÜNYANIN EN AHLAKI SAVASINI VERDILER.
Arastırmacı yazar Ilkin Basar Özal Çanakkale savasının tüm safalarında savas hukukunun çignenmesi, siviller, saglık çadırları ve hastaneler gibi hedefl ere saldırılar yapılıp yapılmadıgı konusunu arastırmıs ve söyle yazmıs;
“Gerek Basbakanlık Osmanlı Arsivlerinde, gerekse Genel Kurmay Baskanlıgına baglı ATASE arsivlerinde, o dönem tarafsız bir devlet olan ABD’nin Istanbul Elçiligi aracılıgı ile Itilaf Devletlerine hukuk dısı uygulama ve suiistimallerle ilgili birçok uyarı ve protesto yazıları var. Bunların içinde çok sayıda uçaklar tarafından saglık çadırları ile hastane gemilerine ve sabit hastanelere yapılan saldırılar ilk sıraları alıyor. Ardından donanmanın unsurlarının sivil alanları ve yaralı aktarma merkezlerinin bombalanması ikinci sırayı alıyor. Bir diger sikâyet Kı-
zılhaç Isaretinin amacı dısında kullanılmasıdır. Ben uluslararası düzeyde resmi kayıtları inceledim ve 1912-1920 arası raporlara ve yıllık bültenlere dayanan bir arastırma yaptım. Akademisyen kimligimi bir kenara bırakarak bir Türk olarak duydugum gururu dile getirmek isterim. 1914-1918 arası 1.Dünya savası sürecin-
de Osmanlı Devleti’nin mücadele ettigi bütün cephelerde Kızılhaç Genel Merkezine yapılmıs sadece iki tane hukuk dısı uygulama sikâyeti var. Ikisi de Ruslardan ve 1916 yılına ait.” Yani Çanakkale’yle ilgili tek bir hukuk ihlali sikâyeti yok.
SAFIYE HÜSEYIN (ELBI)
Türkiye’nin ilk diplomalı kadın hemsiresi. Babası Ingiltere’de deniz atasesi olan Ferik Ahmet Pasadır. Ingiltere dogumlu oldugundan en büyük avantajı dil bilmesidir. Safiye Hüseyin Balkan savaslarında gönüllü hastabakıcılık yapmıs. Hastane gemisi haline getirilen ve birkaç kere Ingiliz uçaklarınca bomba atılan Resit Pasa gemisinde Alman ve Avusturyalı hemsirelerle birlikte görev yapmıstır. Bir anısını söyle anlatıyor;
-Bir gün bir Ingiliz yaralısı bulduk, gemiye getirdik. Zavallı çiçek gibi bir delikanlıydı. Basından aldıgı bir yara ile gözlerini kaybetmisti. Gözlerinin üstüne siyah uzun bir sargı sarmıstık. Agzına damla damla su akıttık. Yaralıların sayıkladıkları en tesirli kelimelerden biri de budur: ‘Su’. Hiçbir agır yaralının susuz ölmemesine son derce dikkat ederdik. Bir Ingiliz yaralısının da agzına su akıttık. Çok üzgündü, Ingilizce mütemadiyen ‘ölecegim’ diyor, arkasından nisanlısının ismini söylüyordu. Ölüm halinde bulunan adama son vazifemi düsündüm. Ve onun düsman askeri oldugunu bir an için aklıma getirmeyerek kendisini Ingilizce, kendi ana dili ile teselli ettim. Katiyen ölmeyeceksin, yasayacaksın. Bütün bu korkulu günler geçecek. Iyi olup memleketine gideceksin, nisanlına kavusacaksın. Bu Ingilizce teselli onun öyle hosuna gitti ki, bir müddet sonra yüzünde müsterih, hatta memnun çizgiler peydahlandı ve öldü…”

BARBAR TÜRK IMAJININ YIKILISI
Batı toplumu Türklere çagdısı, siddet düskünü anlamına gelen “barbar” sözcügünü kullanır ve çocuklarını böyle egitirler. Nitekim Anzak askerleri de kafalarında daima bu imajla yani “barbar Türklere haddini bildirme” dürtüsüyle geldiler. Bu onların tuttukları günlüklere de yansımıs. Arastırmacı Ilkin Basar Özkan bu konuda Er J. Reynold’un günlügünde okuduklarının bir analizini yapmıs. Er Reynold 7 Nisan 1915’de günlügüne söyle not düsmüs;
“Geri döndügümde gururla yürümemi saglayacak bir zaferin parçası oldugumu düsünmek içimi rahatlatıyor. Anlattıklarına göre Türklerin kısa zamanda yenilmeleri kaçınılmaz. Barbarlıklarının hesabını sormak için gün sayıyorum“
Aynı Er Reynold, 6-7 Agustos Suvla çıkarması sonrası günlügünün 25 Agustos 1915 tarihli sayfasında da söyle not düsmüs;
“Noel’de evimde olmak istiyorum. Ancak imkânsız gibi görünüyor. Ne sineklerin, ne bitlerin ne de Türklerin sonu gelmiyor. Cehennemde yasamanın ne demek oldugunu ögrendim. En azından Türkler bize iyi davranıyorlar. Dün bir askerimizi daha yarası sarılmıs halde bulduk. Artık ellerine düsmekten kimse korkmuyor. Bugün bize sorulsa herkes barıs isteyip silahını bırakır”
Bir baska asker mektubunda 6-7 Agustos sonrası yasadıklarını söyle yazmıs. “Bir çukurun içinde bir sürü yaralı vardı. Bunlar belli ki bir siper savasında gögüs gögüse gelmisler. Anzak ve Türk hepsi birbirine karısmıs. Sipere dikkat kesilip “ne yapmalıyım?” diye düsünürken birden omuzuma bir el dokundu. Dönüp baktım. Bir Türk as-
keri! Yardımcı olmak istedigini el hareketleriyle anlatmaya çalısıyor. Tamam dedim. Anzak, Türk ayırt etmeksizin yaralılara müdahaleye basladık. 37 askerin yarasını sardık. Sonra, birbirimizi selamladık ve kendi siperlerimize döndük.”
Çanakkale’de buna benzer yüzlerce örnek var. Özellikle Çanakkale’den sonra batı cephesine gidip Belçikalılar ve Almanlarla savasan Anzaklar’da aynı saptamayı görmek mümkün. Bir günlükte “Türkler ele geçirdikleri bir siperi terk etmek zorunda kalırlarsa, tedavi ettikleri yaralı Anzak’ların yanına su ve peksimet koymayı ihmal etmiyorlar. Almanlarla savastıktan sonra Türklere duydugumuz saygı arttı.” yazıyor.
BIR MEKTUP
Bir Çanakkale koleksiyoneri olan Seyit Ahmet Sılay’ın bir Anzak askerine ait üç sayfalık bir mektup bulmus. Mektupta siperler arasındaki mesafenin bazı yerlerde 7-8 metreye düstügü anlatılıyor. Sonra söyle yazmıs “Bu hafta iki gün boyunca Türkler çok dost canlısıydı. Hem onlar hem de bizim çocuklar siperlerimizden çıktık. Bizdeki et ve diger seylere karsılık, sigara ve tütün verdiler.” (Sayfada gördügünüz Ressam Dida Güngör’ün “Dost Atesi” isimli tablosu bu manzarayı anlatan en güzel illüstrasyonlardan biridir.) SAVASLA SAVASMAK
Savasın en korkunç yanı üçüncü bir düsmanın her iki tarafa da amansız saldırısıydı. Cesetleri mesken edinen sineklerin saldırısı inanılmaz boyuttaydı. Bazı Anzak askerleri açtıkları konservelerdeki yiyeceklere saldıran sineklerden korunmak için ceketlerini kafalarına örterek korunmaya çalısıyor ancak agızlarının içinden bile sinekler tarafından ısırılıyorlardı. Anzak askerlerinden kalan baska bir günlükte “
Sineklerden, bitlerden ve Türklerden çok çekiyoruz. Gerçi biz Türkleri tercih ediyoruz, çünkü onlar hiç degilse bize saygılı davranıyorlar” yazılı.
PSIKOLOJIK HARP
Enver Pasa bir propaganda faaliyeti olarak Istanbul’dan yazarçizer takımı, edebiyatçılar ve ressamlardan olusan gruplar göndermisti. Bunlar gördüklerini gazetelerde ve dergilerde yayınlıyorlardı. Burada çarpıcı bir örnek bir baska Mustafa Kemal’i göstermek açısından ilginçtir. Heyet-i Edebiye ile Çanakkale’ye giden Ali Canip Yöntem “Turan” gazetesinde Mustafa Kemal ile ilgili bir anısını söyle anlatıyor. “Henüz Anafartalar muharebeleri olmamıstı. Mustafa Kemal Yarbaydı. Seddülbahir’de Ingilizlere ilk zapartayı o atmıstı. Arıburnu’na geldik Komutan Esat Pasaydı. Orayı gezerken birdenbire Ingilizlerden bir yaylım atesiyle birlikte kulagımıza bir bando sesi geldi. “Pasam bu ne?” dedim. Cevap verdi; “Dikkat edin bütün mermiler su uzakta üst taraftaki Cesaret Tepesine müteveccihtir. Her ögle zamanı fırka komutanı Mustafa Kemal askerlerine bandoyla yemek yedirir. Ingilizler kıyıda dar bir yere Mıhlandıklarından mızıka sesini duyan gemileri Mustafa Kemal’e atesle cevap verirler. Yemek bitince bando kesilir, Ingilizler de sırf hiddetlerinden açtıkları atese nihayet verirler”
Bu, Mustafa Kemal’e mahsus bir “psikolojik harp” taktigidir.
DÜNYA TARIHINI DEGISTIREN SAVAS
Winston Churchill’in 1930 yılında “La Revue de Paris” isimli dergide yazdıgı makalenin son cümlesi söyleydi ; “Türkler dünya savasını hem maglup hem de muzaffer olan Avrupa perisan olana kadar uzattılar.”
Dünyanın en çok kayıp verilen ve dünya tarihi degistiren vurusmalarının biri olan Çanakkale savaslarında yasanan insan öykülerine bakarak bir centilmenler savası oldugu sanılmasın. Zaman zaman yasanan ve sıcak görünen bu iliskiler, insan olduklarını hatırlayan askerlerin ölümün bu kadar basit oldugu bir ortamda bir soluklanma ve ölüm korkusu yasanmayan birkaç dakikalık rahatlıgın arayısıdır. 19 Mayıs Arıburnu taarruzunda birkaç saat içinde 10 bin asker öldü. 24 Mayıs 1915’de çürüyen ve inanılmaz koku salan cesetleri toplamak üzere savasın ilk ateskesi ilan edildi. O gün ilk defa itilaf askeri ile Osmanlı askeri canlı ve silahsız karsılastı. Tarih böyle bir savası az görmüstür. Türkler ilk çıkarmanın yapıldı-
gı yere hiçbir kompleks duymadan “Anzak Koyu” adını verdiler. Anzaklar da o koyu ve savastıkları insanları her yıl ziyaret ettiler. Bütün bunlar yasanan bu vahsi savasın öbür yüzüdür. Bu savasta ates, çelik, kan ve gözyası vardı. Ama gariptir “kin ve nefret” yoktu…

74SAYIbaskıMANŞET-12-1

74SAYIbaskıMANŞET-13-1