Gece, yürüyen bir adamın ayağı kayar ve taşlı yoldan düşer. Metrelerce yuvarlanmaktan korkar, çünkü yolun, çok derin bir vadiye uzandığını biliyordur. Kenardan sarkan dala tutunur. Gecenin zifiri karanlığında, altında görebildiği tek şey; dipsiz bir uçurumdur. Bağırır avazı çıktığı kadar! Lakin tek duyduğu, kendi sesinin yankısı olur. Onu duyacak kimse yoktur etrafta.

Bu adamı ve tüm gece yaşadığı işkenceyi hayal edebilir misiniz?

Ölüm, sürekli altında bekler, elleri üşür, hâkimiyetini kaybeder…

Ancak, her şeye rağmen tutunmayı başarır. Güneşin kolları aydınlığa uzandığında, aşağıya bakar ve güler!

Uçurum falan yoktur. Sadece 15cm. kadar aşağıda, kayalarla kaplı düz alan vardır. Oysaki adam, tüm gece rahatça uyuyup, dinlenebilirdi. Fakat gecesini kâbus gibi geçirdi.

Korku; 15cm.’den daha derin değildir. Şimdi; ister bir dala tutunup, tüm yaşamımızı kâbusa çevirelim, istersek o dalı bırakıp, ayaklarımızın üzerine sağlam basalım. Bize kalmış…

Öz olarak; bir insanın kendi benliğinin bilincinde olmamasına “korku”  denir.

Hikâyemizden yola çıkarak;   ülkemizde geçen hafta ortasında pozitif çıkan ilk vakanın ardından, en çok konuşulan konuların başında gelen Corona virüs, endişe, kaygı hatta korkuya sebep oluyor.  Bana göre; insan hayatını tehdit eden durumların endişe yaratması son derece normal. Ancak; panik atak, takıntı gibi sonuçların ortaya çıkması doğal değildir. Her birimizin algısı, bilgisi, hayata ve çevremize bakışı vb. kendimize has tabii ki! Buradan hareketle; lütfen Sağlık Bakanlığının uyarılarına uyalım, alınması gerekli önlemleri yerine getirelim. Panik yapmayalım ve sosyal medyada ifade edilen söylentileri dikkate almayalım. Hemen hemen her vatandaşın elindeki, bazılarına göre bizlerden daha akıllı telefonlar sayesinde, olduk her birimiz Dr. Google.  70 yaşında sürekli evinde yaşayan tanıdığım titiz bir teyzem, öncesinde günde 30 kere kadar yıkadığı ellerini, şimdi neredeyse 10 dakikada bir yıkamaya başladı. El hijyenine dikkat etmek kesinlikle önemli, gel gelelim benim teyze gibi obsesif de olmayın!  Bu yaklaşımdaki insanların;  elleri ya da başka yerlerinde cilt problemi ortaya çıkmasından öte, psikolojik olarak bağışıklık sistemini çökertmeye varacak sonuçlara maruz kalmaları en kötüsü…

Geçenlerde Amerika’daki arkadaşımla görüştüğümde, insanların marketlerde özellikle tuvalet kâğıtları ve yiyecek maddelerini çılgınca nasıl aldıklarını anlattı,  üstelik kasalarda ortalama 1-1,5 saat bekleyerek… 

 Her birimiz; aynı ruhsal dayanıklılık gücüne sahip olmasak da, bizler insanız! Korku, panik dışında da duygularımız, vicdanımız var.  Bazılarımız daha hassas, bazımız daha katı!  Corona virüsün bulaşmasında;  merkezi otoritenin yanı sıra, bireylerin davranışları ve tutumlarının, yayılmanın önlenmesinde en önemli unsur olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dediği gibi;  “Tedbirleri ne kadar sıkı tutarsak, tehdit o kadar zayıflar”.

 Osho’ya göre; “Korku, insanları ölümden önce öldürür”. Korku üzerine kurulmuş bir hayatımız var ise; ne kadar özgür yaşıyor olabiliriz? Ne kadar kaliteli bir yaşantımız vardır?  Ne derece kendi benliğimiz ile içimizden geldiği gibi nefes alıp, var oluyoruzdur? Hikâyenin özünden anlaşılacağı üzere;   korkularımız bizi kontrol etmesin! Ayaklarımızın üzerine sağlam basalım. Gerekeni yapalım.  

Gerisi bize kalmış…