Ukrayna’da olup bitenler, savaşın yerinden yurdundan ettiği insanların çaresiz durumu ve çekilen acılar, tarihlerinde ilk defa olmuyor.

Beyaz Ruslar Tahliye Ediliyor

Ukrayna’da olup bitenler, savaşın yerinden yurdundan ettiği insanların çaresiz durumu ve çekilen acılar, tarihlerinde ilk defa olmuyor.

Onların 1920’lerdeki hikâyesini ilk defa Nermin Bezmen ’in Kurt Seyit ve Şura romanında okumuştum. (Dizisi de çevrilmişti.) Kurt Seyit, Nermin Bezmen’ in dedesi. Zamanın kesitlerinden örneklerle bezenmiş okurken sizi içine alan, gerçek hayattan alınmış tarihi ve edebi bir roman. Konusu, Rusya’da 1917 Ekim devriminden sonra Çar Nikolay’ın Beyaz Ordusundan İstanbul’a kaçmak zorunda kalan iki sevgilinin ve yüzbinlerce insanın çilelerle dolu hikâyesi.

Bu gün Ukrayna’da olup bitenler 1920 yılında yaşananların devamı gibi. Bu yazı anılarda kalan o yılların çok küçük bir özetidir.  

1917 yılında Çar ve ailesinin öldürülmesinin ardından bir iç savaş ve yıkım bataklığına saplanan Rusya’da, kardeş savaşının mağlupları hayatta kalabilmek için işgal altındaki İstanbul’a sığınmışlardı. Onlar, Beyaz Ruslar olarak bilinirler. Aslında günümüzde Beyaz Rusya dediğimiz yer Belarus’tur. Halkına da Beyaz Rus diyoruz, ama 1920’nin Beyaz Rusları Belarus’tan gelmiyordu. Bunlar Çar Nikola’nın ordusundaki askerlere verilen isimdi. “Beyaz Ordu” olarak bilinirlerdi. Prensler ve soylulardan oluşuyordu. O nedenle Beyaz Rus olarak bilinirler. Beyaz Ordu, Kırım’da General Vrangel komutasında, 6 Haziran 1920 günü Bolşevik güçlerine karşı ağır bir yenilgi alınca onların kaderleri belli olmuştu. Beyaz Ordunun kaçabilen askerleri ve halk gemilere doluşup çok ilkel koşullarda işgal altındaki İstanbul’a kapağı attılar. Sayıları 150 bine yakındı, 86 bini askerdi ve hepsinin silahları yanlarındaydı. O günlerde payitahtın nüfusunun 900 bin olduğunu düşünürsek azımsanmayacak bir rakamdır. Mağlup komutan General Vrangel de İstanbul sürgünü mültecilerden birisiydi.

Beyaz Ruslar geldiğinde işgal altındaki hükmü kalmamış Osmanlı Hükümeti, Fransızların baskısıyla, gelen Rusları mülteci statüsünde kabul edeceğini bildirdi. Onlar artık esir bir şehrin Beyaz Rusları olmuştu. On binlerce silahlı askerin şehre girişi oldukça tehlikeli bir durumdu. Fransız hükümeti Osmanlı’ya silahların toplanacağına dair güvence verdi. Nitekim silahlar toplanarak Zeytinburnu’nda bulunan depolarda muhafaza altına alındı. (Bu silahlar İlerleyen süreçte işgale karşı duran Karakol Cemiyeti gibi yer altı direniş örgütlerinin çabalarıyla depolarından kaçırılarak Anadolu direnişine gönderilecekti.) Gelenlerin kafasındaki düşünce İstanbul’dan diğer Slav ülkelerine ve Avrupa’ya geçmekti. Askerlerin bir kısmı Gelibolu’ya yerleştirildi. Kaderin cilvesine bakınız ki, General Vrangel’e Kırım’da büyük bir mağlubiyet yaşatarak yüz binlerce insanı İstanbul’a süren ve bunu büyük bir övünç kaynağı olarak gören Komünist siyasetçi Troçki 10 küsur sene sonra bir sürgün olarak İstanbul yolunu tutacaktı.

Gelen Beyaz Rusların çok az bölümü yanlarına paralarını veya maddi kıymetlerini alabilmişti.  Aralarında prensler, generaller, prensesler ve subaylar vardı. Ama birçoğunun yeni yaşamları trajik oldu. Basit işlerde çalıştırıldılar, intihar edenler, delirenler oldu.  Yine de Beyaz Rusların İstanbul hayatına dâhil olması İstanbul’da büyük değişimlerin yaşamasına sebep oldu. Önemli bir kısmı okumuş ve meslek sahibi kişilerdi. Doktor ve zanaat ustası olanlar kısa bir süre içerisinde hayata tutunmayı başardı. Beyoğlu ve Galata’yı mesken tutan Ruslar, İstanbul’un bir parçası oldular.

Elinde askerlik dışında bir zanaatı bulunmayan çoğu Rus, para kazanabilmek için farklı yollara başvurmak zorunda kaldı. Bunun en kestirme yolu eğlence sektörü ve kumardan geçiyordu. Pera eğlence sektörünün merkezi oldu. Hikmet Feridun Es Pera’yı şu şekilde tasvir ediyordu;

“Gece yarısı, dolgun bir bahşiş verdikten sonra eve giderken, beyaz giysili, sahici bir kontes garsone Hanım’ın elini öpen bir üniversite profesörü: Mustafa Şekip Bey! Gedikli müşteriler arasında, Ahmet Hamdi Tanpınar, Çallı İbrahim, Nahit Sırrı Ürik, Kâzım Sevinç, hemen yan sokaktaki, içkili ‘Bizim Lokanta”nın sahibi aktör Rasıt Rıza gece yarısı müşterileriydi. Sait Faik, Bahriyeli Kırmızı Rıdvan (Ajda Pekkan’ın babası)...”

 

Rus lokantaları, kafeler, pastaneler birbiri ardına İstanbul sokaklarını dolduruyor, ünleri Ankara’ya kadar uzanıyordu. Ankara’da sanatçı ve siyasilerin uğrağı, Atatürk’ün de çok beğendiği meşhur Karpiç Lokantası bu dönemde Beyaz Ruslar tarafından açılmıştı. İstanbul'da ilk dolmuşçuluğu başlatıyorlar, ilk dedektiflik bürosunu açıyorlar... Çiçek Pasajı, adını orada çiçek satmak zorunda kalan Beyaz Ruslardan alıyor. Maksim Gazinosu’nu onlar açıyor. Plaj kültürünü Yeşilköy’e getirenler de Beyaz Ruslar…

Artık o lokanta, pastane ve kulüpler çoktan kapandı. Ne var ki, onların şehre beraberinde getirdikleri kültür ve alışkanlıklar, İstanbul’un tarihinin ve sosyokültürel belleğinin içindeki yerini hala korumaktadır. Beyaz Rusların oturma izni 1927 yılında sona erdiğinde 15 bin Beyaz Rus, Türk vatandaşlığına geçti.

Gelenlerden bir kısmı İslam dinine seçerek adını değiştirdi. Önemli bir kısım mülteci de Slav ülkelerine ve Amerika kıtasına göç etti.

Bu gün İstanbul susmuş bir tarihin üzerinde oturmaktadır…