Sizleri ve kendimi, bugünden yaklaşık 2 yıl öncesine götüreceğim, az sonra! Hazırsanız başlayalım.

Yıl 2017, aylardan ekim idi sanıyorum. Eskişehir’den otobüse bindim, yolculuk 30 martta taşındığım Kayseri’ye. Küçükken otobüs yolculukları bana çekilmez gelirdi,

hele hele yol virajlı ise… Otobüs tutardı beni, kusardım! Yaşımı aldıkça bağışıklık sistemim mi güçlendi, yollar mı düzeldi nedir? Keyif almaya başladım…

Rahat hat, tekli koltuk 16 numarada ben. Enteresandır, birbirine yakın zamanlarda, ardı ardına 4 kere aynı koltukta gittim yada geldim. Arkamdaki koltukta kendi halinde görünen 70’li yaşlarda bir teyze. Öndeki koltukta 30’larında bir erkek. Sağ taraftaki çiftli koltuklarda cam kenarında 18-20’li yaşlarda bir kız ve yanında 50’lerinde gibi babası… Aracın son durağı Bitlis. Araç; Eskişehir terminalden hareket etti. Uykum yok, karnım biraz aç. Moralim düzgün…Bir okul seminerimden çıkmışım!

Otobüs; 10 dakika gitti sanki, arkamdan cam boşluğundan, kolumu koyduğum yerde bir dokunma oldu. Kafamı sola çevirdim, o da ne? Bordo renkli çorap giymiş bir ayak!

Teyzenin ayağı. Nasıl oturmuş ki, o ayak yaklaşık 40 dakika boyunca orada durdu, ara ara benim kolumu iteledi. Diğer taraftan kafamı çevirdim baktım, teyze uyuyor..

O aralarda; host bizlere su servisi yapıyor, 25’li yaşlarda. 1.80 vardır boyu, kilolu. Siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli, gömleğin üzerine de

siyah kumaştan bir yelek giymiş. Host’un tipi tıpatıp Ata Demirer. Benim durumumu da, şoförün yanına gide gele görmüş olacak ki, “arkanızdaki teyze Van’lı. Ben de oralıyım. Teyze Türkçe pek bilmiyor, ben ayağını çekmesi için konuşayım isterseniz” dedi. ”Hayır, teyzenin yolu uzun rahat etsin” dedim. Bu kadar benzerlik olur mu? Demeyin, oluyormuş. Host’un konuşması Van’lı da olsa, aynen Ata Demirer. Bir de güler yüzlü. Çocuğun yüzüne bak, konuşmasa bile insan güler… Otobüs ilk molasını vermek üzere Başkent Dinlenme Tesisine girmek üzere. O sırada whatsapdan , Almanya’dan oğlum ile konuşurken, anons yapılıyor. Mola süresi duyuruluyor. Teyze benim telefonla konuştuğumu duymamış olacak ki, pencere boşluğundan “Hadi kalk” dedi . Kalktım. 30 dakika mola süresi. İyice acıkan karnımı doyurmak için, restaurant kısmına yöneldim. Sonra otobüsün kalkış zamanı geldi. Yerime oturdum ve araç Ankara’ya doğru hareket etti. 5 dakika gitmedik, cam tarafından, dirseğime benim teyze vurdu.” Hayırdır” dedim içimden…. Teyze kocaman bir dilim köy ekmeği ve üzerinde büyük bir parça Van otlu peyniri, o daracık yerden uzatmıyor mu? “Sağol, ben yemek yedim” dedim. Az önce de, Ata’nın kopyası içecek servisine başlamış ve sıra bana gelmiş, “Ne içersin abla?” demeden önce, “Van ekmeği ve peyniri çok güzel olur, al abla al, almazsan ayıp olur, doğunun insanı yolculuklarda yanında hep yiyecek götürür” diyor. Artık; biraz ekmek ve peyniri aldım, yedim. Ankara’ya yaklaşıyoruz, cam kenarından bir darbe daha geldi, baktım teyzeye, “Çok büyük çokkk” dedi. “ Evet teyze, başkent burası Ankara” dedim. Aşti’ye geldik. Teyze inmedi. Çünkü telefonda kızı ile konuşuyormuş, host sonra ne konuştuğuna kadar, ikinci servis sırasında anlattı. Ankara’dan çıktığımızda teyze halen yüksek sesle konuşuyordu. Benim teyze, 82 yaşında imiş bu arada, maşallahı vardı gerçekten… 15 dakika geçmedi, çayımı içerken, dökeceğim sandım, arkadan cam tarafından bir iteleme oldu. Baktım ki, kırmızı bir çanta cam kenarında yerini almış ve arada itiliyor, bana doğru… Teyze ne uyumlu dedim, çorap ve çanta aynı renkte! Az sonra; yolculuğumuzun başından beri ilk defa, koridor tarafından bir dürtme oldu. “Efendim teyze” dedim. “ Nereye gidiyon?” dedi. “Kayseri” “hmmm.” Sessiz geçen 30 dakikadan sonra, Kırıkkale terminalindeyiz. Sonra Kırşehir, Mucur ve Can Kapodakya mola yeri. Teyze “kalk iniyoz, tuvalate gidelim” dedi. Gittik, sonra “ben namazımı kılayım, sen otobüsü beklet” dedi ve mescite gitti. Bir otobüs dolusu insan, Van’lı teyzeyi 15 dakika bekledik. Teyze biner binmez, otlu peynir kokusu, otobüsün ağırlaşmış havasızlığında buram buram yayıldı, yandan bana da verdi, ancak, bu defa alamadım, Eyvah Eyvah kusacak durumdayım! Ata anladı sanırım, koridora sprey sıkıyor, daha da kötü oldu be Ata… Neyse az yolum kaldı. Bizim teyze ile muhabbetimiz dışında, yandaki baba ve kız farklı bir karede. Yol boyunca, önlerinde kuru üzüm, yer fıstığı, badem ve cevizden oluşan çerez, portakal, elma ve muzdan oluşan meyveler ile Tv izliyorlar. Hababam sınıfını izleyen baba, kulaklıklar kulağında, arkada oturanın duyacağı şekilde ara ara gülüyor, sert kabuklu çerezleri yerken de sesli, sonrasında da dişinin arasındakileri de parmaklarıyla çıkarıyor. Kayseri’ye yaklaştık. Teyze, yandan ittirdi. Ata da geldi o sırada, “Seni çok sevdim kızım, Allah’a emanet ol, hakkını helal etsin” demiş bana, Ata söyledi. Sonra bana sarıldı, ben de ona! Bu arada, baba ve kız; akide şekeri tarzı bir şeker yemek ile meşgullerdi.

Yolculuğumdan çok keyif almıştım, her biri farklı bakış açısı yada açısız bakış ile de olsa “Memleketimin insanı” . Bu ülkemizin zenginliği, nasıl

baktığınıza bağlı olsa da olmasa da …. Ata’sıyla, Vanlı teyzesiyle….. İnsan olmak hem zor hem kolay, özümüz, doğallığımız bizi biz yapar, bize çok şey katar yada çok şey kaybettirir. İletişim sadece konuşmakla olmaz, anlamak, hissetmek, hissiyatı geçirebilmek de önemli… Eskiden Tayfun Talipoğlu vardı ya, Bam teli yol şiirleri programı ile, ömrü 55 yaşında bitmiş olsa da, ne yollar, ne yolculuklar yaptı ve , izleyici ile karşı karşıya getirdi. Her defasında toplu taşıma araçları ile yolculuğa çıktığımda; ” bu defa nasıl bir yol hikayem ve yol arkadaşlarım olacak acaba?” Diye keyifle başlarım. Bu da benim bir yol hikayem işte!