Bu ilginç anısını bana yazmam için aktaran  ve yayımlanmasına izin veren sevgili aile dostumuz, güzel insan  Akman Harmankaya'yı sevgilerimle selamlıyorum.

HANSIN İLE CANSIN

O yıllarda İstanbul Şaşkınbakkal'da yaşıyoruz. Sanırım lisenin son yıllarındayım yani lise talebesiyim. Komşumuzun da benim yaşlarımda ikiz oğlan çocukları var. Arkadaşız. İkizlerden birinin adı Hansın, diğerinin adı da Cansın. Bunların babaları da mahallemizde terzi. Bir gün Hansın benim yanıma geldi. Üzerinde devetüyü rengi, iki düğmeli oldukça şık bir ceket var.  Babası dikmiş. Nasıl da şık, ortalığı yakıyor!

Hansın'a şöyle bir alıcı gözüyle bakıp dedim ki:

"Hansıncığım, ceketini çok beğendim. Babanın elinde bu kumaştan varsa sorar mısın? Bana da aynısından diksin."

Hansın, "tamam'' deyip gitti.

Birkaç gün sonra kendisiyle tekrar karşılaştık. Hemen konuya girdi:

"Akmancığım  babam bu kumaşın tamamını Cansın ile bana kullanmış, devamı da yokmuş. Ama istersen sana  beğeneceğin başka bir kumaştan ceket dikebilirmiş."

"Eh, ne yapalım, Hansıncığım sağlık olsun!"

Aramızda böyle bir diyalog geçse de kumaşın olmayışına çok üzüldüm tabi...

Bir süre sonra hepimiz üniversiteye başladık. Cansın ile ben İstanbul'da kaldık. Hansın ise Ankara'da okuyor.

Aradan bir süre geçti. Ankara'ya yolum düştü. Yıl sanırım 1958, o yıllarda yanlış hatırlamıyorsam Ankara'da Kızılay civarında bir bit pazarı vardı. Hâlâ var mıdır, bilmem.

Neyse, gelmişken şu bit pazarına da bir uğrayayım dedim. Gittim. Pazarı gezerken tezgahın birinde askıda bir ceket gördüm. Ceket tıpkı bizim Hansın'ın ceketinin bir benzeri hatta biraz daha dikkat edince baktım ki; kumaşı, rengi, düğmeleri hemen hemen aynısı. Sevinçle satıcıya işaret ettim.

"Şu ceketi bir deneyebilir miyim?"

Satıcı ceketi askıdan indirdi. Denedim. Aman Allahım! Ceket üzerime cuk oturdu. Sanki benim için dikilmiş gibiydi. Satıcıyla pazarlık edip ceketi satın aldım. Sonunda o çok beğendiğim cekete kavuşmuştum işte! 

Bir süre sonra İstanbul'a döndüm. Üzerimde yeni ceketim, mahallede fiyakalı bir şekilde gezerken, bizim Cansın'la karşılaştım. Beni üzerimde yeni ceketimle görünce çok şaşırdı.

"Ooo ceketin hayırlı olsun."

" Sağol."

Baktım bizim Cansın'da bir gariplik var. Gözleri üzerimde, gözlerini üzerimden ayırmadan ceketi işaret ederek sordu:

" Nereden buldun bunu?"

"Ankara'dan aldım, bit pazarından"

Sorusunu cevaplar cevaplamaz    bizimki ben daha ne olduğunu anlayamadan şaşkınlıktan açılmış gözleriyle elini bir hamlede ensemden içeri sokup ceketin yakasını tersine çevirerek etiket aradı. Bulamadı. Heyecan ve kızgınlıkla başladı söylenmeye...

"Vay ki ne vay! Aman Allahım! Bu ceket bizim Hansın'ın. Akman’cığım lütfen bu mevzu aramızda kalsın.  Sakın ola babam duymasın. Duyarsa vallahi kahrından ölür adamcağız."

Onu dinliyorum ama ben de  şaşkın kalakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim.

Cansın konuştukça Hansın için ben utandım.

Üzerinde biraz düşününce konu açıklığa kavuştu. O yıllarda bizim Hansın Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci. Parasız kaldığı bir zaman ceketini götürüp bit pazarına satmış. Evdekilerin bu durumdan haberi yok tabii. Bendeniz ise tesadüfen ceketin bit pazarına düştüğü o günlerde, görüp satın almışım.

Cansın karşımda kızgınlıkla konuştukça elim ayağıma dolaştı, ne yapacağımı şaşırdım. Sanki ceketi satan Hansın değil de benmişim gibi.  Hemen ceketi üzerimden çıkardım.

Sonrasında mı... ?

Biz Cansın ile birlikte iki kafadar malum ceketi paketledik. İçine de okkalı birer mektup yazıp Hansın'a yolladık...

Derler ki;  bir şeyi çok istediğin zaman bütün evren o arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.

Bir şeyi çok istersen olur.

İsteyin, sadece isteyin efendim...!