Dünya ile birlikte insanlar da kirlenmeye başladı..

Aslında insanları kirleten 'düzenler yani sistemlerdir...'

Tabi insanın kişiliği 'kirlenmeye müsaitse' daha çabuk olur bu işlem... Sadece kendisini kirletmek kalmaz, bir çok kişiyi de kirletiler...

Etrafımızda baktığımızda, dost, arkadaş, meslektaş veya iletişim kurduğumuz insanlardan bir gün 'ihanete' uğrayabiliriz...

Belki bir çoğumuz çeşitli nedenlerde 'ihanet' uğramış ve bunun acısını biliriz...

Aslında ihanet edenlerin kişiliklerine bakıldığında bunların henüz insanlık evrimini tamamlamamış, yaşamını çıkara bağlamış canlılardır...

Böylesine ihaneti yaşam biçimi olarak benimsemiş kişiler her koşulda ihanet ederler..

Bir makam için, egosu için, para için, hatta bir yemeğe bile arkadaşını, dostunu ve çalıştığı ortamdaki yanıbaşındaki arkadaşına ihanet eder..

Bu tiplerin vefa duyguları yoktur. Zaten olsalar 'ihanetçi' bir kimliğe bürünmezler..

İşte böyle kişileri sistem kullanır...

Kullanıcılar böyle tipleri işleri yapıncaya kadar kullanırlar...

Sonra çöpe atarlar...

Can Dündar'ın 'Hayata ve Siyatese Dair' kitabından alıntılar alıp biraz beyin fırtınası yapalım.

"(...)Sırttan vurmak, zor vazgeçilir bir kişilik hastalığıdır.

Şöhreti ebedi sanmak felaket, makamı gözden çıkarabilmek fazilettir. İhanet bazen en iyi siyasettir.(...)

İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı... Yalnızlığa alışmalı... çünkü omuz omuza günlerin vakti geçti. Dayanışma, günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...

Zaman, birlikte kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.(...)

Bugün savcılara hesap vermek, yarın çocuklarımıza hesap vermekten çok daha kolaydır.  (...)

Yine gelelim ihaneti yaşam biçimi olarak benimseyenlere...

Sistem; yaşamında 'bir baltaya sap olamayanlar'ı makam verebilir, üst düzeyde yetkili ve etkili bir hale getirebilir.

Ancak bu kişiler normal yaşamlarına döndüklerinde; yani, makamdan ayrıldıklarında kendilerine selam verecek insan bulamazlar...

İnançlarını, düşüncelerini hiç bir çıkar uğruna satmayan kişilere bu devirde 'değer' verilmediğini bilirim.

Böyle insanların büyük bedel ödediklerini de...

Ama en büyek ödülleri ise 'insan' kimlikleriyle ile birlikte çocuklarına, sevdiklerine, dostlarına 'onurlu bir yaşam' geçmişi bırakırlar...

İhanetçiler ise yaşamda bıraktıkları 'pislik'le anılırlar...

Ataol Behramoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde 06.08.2011 tarihinde yayınlanan köşesinden bir alıntı ile yazımı tamamlıyorum...

"Günlük dildeki kullanımında yumuşatılmış olsa da “hain” sözcüğü birini suçlayıp aşağılamak için kullanılabilecek en ağır sözlerden biridir.

“İhanet” ise bilindiği gibi, ‘hain’ sıfatından türetilmiş bir isimdir…

Hainlik yapmak, hıyanet etmek, bir dostu sırtından vurmak, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmak ya da satmak anlamlarına gelen, kullanım alanı çok geniş bir sözcüktür.

İhanetin hiçbir biçimi hoş karşılanmaz.

İhanet eden kişi, gerekçesi ne olursa olsun, küçümsenen, kendisinden uzak durulan, toplumun gözünde değersiz, güvenilmez biridir.(....)

İnsan neden ihanet eder?

Dostlarını, arkadaşlarını, meslektaşlarını, yoldaşlarını neden yarı yolda bırakır; onları neden sırtlarından hançerler; kimi kez onların güç durumlarından yararlanmayı neden fırsat bilir; kendi inançlarına, kişiliğini oluşturan değerlere bile neden hainlik yapar?

Bu soruların tek bir yanıtı olmasa gerek…

Yine de akla ilk gelenleri sıralayalım:

Çıkarcılık, kıskançlık, yükselme hırsı, zayıf karakterlilik, başkaca kişilik bozuklukları...

Çünkü ihanet, hastalık gibi bir şeydir.

Bir virüs, bir mikroptur.

Sağlıklı bir insan kişiliğiyle bağdaşması, böyle bir kişilik içinde etkin olması olanaksızdır...

Hainler kendi ruh ve kişilik bozukluklarının farkında oldukları için de yaşadıkları iç çatışma onları giderek daha da alçaklaşmaya, sürüngenleşmeye götürecektir...

***

Hainler, ihanet edenler, kişisel ve toplumsal yaşamın güç zamanlarında daha çok sayıda ortaya çıkarlar.

Pislikten üreyen, bataklıklarda çoğalan zararlı yaratıklar gibidirler.

İğrençtirler.

Hiçbir çalım, gösteriş, azamet, göz korkutma ya da göz boyama, gerekçe uydurma ya da açıklama bulma çabası ihanetin çirkinliğini örtüp gizleyemez.

Bütün bunlar bir an etkili olsalar da, toplumlar sezgiler ve sağduyularıyla ihaneti yine de algılamış ve ona layık olduğu notu vermişlerdir...

Gün gelir, ihanet eden kişi ve kişiler, her kim olurlarsa olsunlar, kişisel ya da toplumsal yaşamda, en yakınları da içlerinde olmak üzere kendi çevrelerinin ve bütün bir toplumun lanetinden kurtulamazlar...(...)"