Dışı seni yakıyor, içi ise beni...
Bazen yazmak istersiniz ama aklınıza takılan bazı olay ya da olaylar o anki ruh haliniz sizin bir şeyler yazmanıza engel olur.
Ne konuşmayı, ne de yazmayı tercih edersiniz.
Tek kelime çıkmaz ağzınızdan.
***
Bazen de yazacak o kadar çok şey vardır ki, acaba hangisinden başlasam dersiniz.
Örneğin Belçika’da son günlerde artarda gerçeklesen intihar olayları...
Belçika’daki Türk toplumunun eğitim ve psikososyal durumu...
Hiç eğitim almadan yabancı bir ülkeye gelmiş ilk kuşağın yaşadığı acılar.
Onların yetiştirdiği iki kültür arasında kalmış yine ezilmiş bir kuşak.
Ve daha da bunalımlı olan daha sonraki kuşakla onların çocukları.
Anadilleri zayıf, yabancı dilleri zayıf, hiç kimsenin anlamadığı, anlamak istemediği zavallı bir kuşak...
Anne babalar geçim derdinde, çocuklar ise hem onlara, hem de içinde yaşadıkları topluma ayak uydurabilme çabası içinde bocalayıp gidiyorlar.
İklim olarak da kapalı hava nedeniyle depresyona yatkın bir ülke.
Manevi değerler deseniz unutulmuş.
En büyük sorun da hedefsizlik.
Sosyal medya herkesi bir örümcek ağı gibi esir almış.
Sevgi, saygı, sağlıklı iletişim denen bir olay yok gibi..
Yazılacak, konuşulacak, tartışılacak o kadar çok konu var ki...
Bir tarafta konuyu farklı boyutlardan değerlendiren Belçikalı ve Türk yetkililerinin asimilasyon mu, entegrasyon mu tartışmaları, her iki hükümetin de bu zavallı halktan siyasi beklentileri, diğer yandan ise kimlik bunalımına girmiş zavallı bir toplum.
Başka bir deyişle kasap et derdinde, koyun can derdinde...
İnsanlar o kadar bunalmış ki, ne yaşadıkları yere ayak uydurabilme çabasında ne de kendilerini geliştirme.
Davulun sesi Türkiye’yegayet hoş gelse de buradaki insanların en büyük dertleri geçimlerini sağlayabilmek, ayakta durabilmek, insan gibi yasayabilmek.
Avrupa’da ekonominin çökmesiyle en büyük zarar görenler zaten yabancı kökenli vatandaşlar olmuştur.
Kültürel ve sosyal bunalımların yanına bir de ekonomik bunalım eklenince insanlar artık ne yapacağını şaşırmış vaziyette.
Bilgisiz ve saf insanları kandırmanın kolay olduğunu hepimiz biliriz.
Bu sebepten dolayı Avrupa’daki halk da kanmaya oldukça müsait.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Psikolojik Savaş” adli kitabında insanları etkilemenin, farkına bile varmadan bir toplumu manipüle etmenin yolları öyle güzel anlatılmış ki.
Herkesin bu kitabi okumasını tavsiye ederim.
Dolayısıyla toplumda aydın diye nitelendirdiğimiz insanlara bu konularda çok görev düşüyor.
***
İnsanları bilinçlendirmeyen, bildiklerini paylaşmayan aydın aydın olamaz.
Sadece eğitimli cahil olur.
Allah en çok da öylelerinin şerrinden korusun hepimizi.
Hile ve aldatmaların etkili olabilmesi için pek çok şeyin gizli kalması gerekir.
Bu sebeple, bildiğimiz bazı önemli şeyleri açığa çıkarmak, ya da edindiğimiz tecrübeleri paylaşmak boynumuzun borcudur.
Ancak kişilerle uğraşmak yerine meseleleri çözme boyutunda çalışmalar yapmak gerekir.
İnsanları da toplumları da yok eden en önemli unsur ahlaksızlıktır.
Toplumumuzun gidişatı her ne kadar iyi görünmese de ümitsizlik bize yakışmaz.
***
Ümitsizliğe kapıldığım anlarda hemen Hz Mevlana’nın sözleri gelir aklıma..
EY KALBIM!
Kuyularda mi kaldın? Yusuf gelir üzülme!
Ateşlere mi daldın? Ibrahim gelir üzülme!
Dalgalar mi boğuyor? Yunus bulur üzülme!
Güneş yakmaya mi başladı? Şems gelir üzülme!
Yaraların mi çoğaldı? Eyüp gelir üzülme!
Bütün kapıların mi kapandı? Bir kapıyı kapatan bin tane acar üzülme!...
Birgül KAPAKLIKAYA
Brüksel
30-04-2015