1895-1916 yılları arasında Almanya’da yaşamış, aritmetik işlemler yapabildiği ve problem çözebildiği iddia edildiğinden, kısaca “Akıllı Hans” denilmiş.
1895-1916 yılları arasında Almanya’da yaşamış, aritmetik işlemler yapabildiği ve problem çözebildiği iddia edildiğinden, kısaca “Akıllı Hans” denilmiş. Matematik öğretmeni Wilhelm VonOsten’ın öğrencisi olmuş, dünyanın pek çok ülkesinde ücretsiz gösteriler yaparak ün kazanmıştır.
Hatta araştırmaya konu olmuş, 1904’de bilim insanlarından oluşan on üç kişilik “Hans Komisyonu” kurulmuştur. Komisyon, Hans’ın gösterilerinde hiçbir hile yapılmadığı sonucuna varmış ve dosya karşılaştırmalı biyolog, psikolog olan Dr. OskarPfungst’a devredilmiştir.
Değerli Misafirler, karşınızda Orlov ırkına mensup “Akıllı At Hans.”
Toplama, çıkarma, çarpma, bölme, Almanca okuma ve anlama yetilerine sahip. Kendisine soru sorduğunuzda, toynağını yere vurarak size cevap verecek.
“Şaka mı?” demeyin, gelin sorular ile hikâyemize devam edelim.
Üç + dört = Nedir? Hans ayağını yedi kez yere vurup duruyormuş.
Üç kere dört kaçtır? Diye sorulduğunda toynağını on iki kere vuruyormuş.
Yirmiden on bir çıkarsa kaç kalır? Denildiğinde dokuz kez tıklatıyormuş.
A harfi için bir, B harfi için iki kere… Yere vuruyormuş.
Kafasını bir kez sallıyorsa “evet”, sürekli sağa sola sallıyorsa “hayır” demekmiş. Sizce Hans dahi bir at mıydı?
Konunun uzmanlarının, hayvan sahibi olanların ve bu tarz çalışmalar ile ilgilenenlerin cevabı tahmin ettiklerini veya bildiklerini düşünüyorum.
Dr. OskarPfungst, 1907’de Hans’ın dosyasını incelemiş ve hayvanların, insanların fark etmekte zorlandıkları ufak sinyalleri algılamalarına “Akıllı Hans Etkisi” adını vermiş. Bu etki, izleyici beklentisinin olaylar üzerindeki etkileri ve hayvan bilişselliği konusundaki araştırmalarda önem taşımaktadır.
Hayvan davranışlarıyla ilgili güvenilir sonuçlar elde edilmesinin, Akıllı Hans etkisinin ortadan kaldırılmasına bağlı olduğu anlaşılmış. İnsanların istese de istemese de verdiği sinyallerin hayvan tarafından algılanıp kullanılmasını engellemek için, hayvanın performansının izole edildikten sonra ölçülmesinin gereği anlaşılmıştır.
Pfungst’un 1909 yılında yayımladığı araştırma sonuçlarına göre:
“Ağız, göz ve yüzümüz bir dizi istemsiz devinimlerde bulunmaktadır. Düşünürken veya düşüncelerimizi iletirken, küçük kas kasılmaları ya da tikler sergileriz. Bu istemsiz kasılmalar, atın keskin görsel algısından kaçmaz.
Hans; muhataplarının beden dilini ve yüz ifadelerini dikkatle gözlemleyerek, doğru cevap veriyor. Üç kere dördün kaç olduğu sorulduğunda geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak, insanların ondan belirli sayıda vurmasını beklediğini bildiğinden, toynaklarını tık tık vururken bir yandan dikkatle onları inceliyor. Doğru sayıya yaklaştıkça insanlar daha da geriliyor, doğru cevabı verdiğinde ise gerilim zirveye ulaşıyor. Tıklamayı kestiğinde gerilimin yerini hayranlık, kahkaha ve alkışlara bıraktığını anlayan at, nerede durması gerektiğini hissediyor.”
Akıllı Hans olayı böylece çözülmüş oldu. Öte yandan Pfungst, insanların ne kadar baskılamaya çalışsalar da, istemsiz mesajlar verebileceklerini ortaya koymuş oldu.
Değerli Okurlarım, geçmişte “Beden Dili” üzerine aldığım eğitimde etkilendiğim örneklerden biri idi Akıllı At Hans’ın hikâyesi.
İletişimde masajın ulaşma kanalları çoğunlukla; % 55 beden dili, % 38 ses tonu ve % 7 konuşmadan oluşur. Bu faktörler birbirini onaylamazsa, beyin öncelikle gördüğünü inanmaya meyillidir. Oranlama; daha çok insanlar açısından tespit edilmiş olsa da, Hans örneği düşünüldüğünde ve diğer hayvanlar ile etkileşimlerimizde sizce ne derece doğrudur?
Bana göre; insan ve hayvan iletişimleri arasındaki en temel fark; iletinin türü. İnsanlar iletişimi çoğunlukla bilgi akışı için, hayvanlar ise sadece duygu transferi amacıyla kullanıyor. Hayvanların kendilerine özgü bir dili olup olmadığı sorusu da burada muğlaklaşıyor.
İnsanların dili var konuşuyor da, kimi zaman ellerine… Hâkim olamıyorlar, akılları olsa da!
“Selma ne anlatmak istiyorsun, açıkça söyle” diyorsanız, peki öyle olsun.
Hafta sonu, karakışın beyaz örtüsünü noktası-virgülü olmadan kapladığı Kanlıkavak Parkı Porsuk kenarında yürürken yaşadıklarımı sizlere anlatayım.
Buz tabakası ile kaplanmış çay, yarı aydınlık yarı kararmaya yüz tutmuş gökyüzü ve altın rengi ışık veren sokak lambaları eşliğinde kristal avize taşları gibi parıldıyordu. Uçağa ilk bindiğimde, bulutları pamuk şekerlere benzetmiştim ve ne kadar eşsiz bir manzara dediğim aklıma geldi ki, donmuş Porsuk’a atılmış üç tane cam alkol şişesi gördüm. Acaba kırılacak mı kırılmayacak mı diye düşünüp, denemek için fırlatan insan/lar, “Yirmiden on bir çıkarsa kaç kalır?” diye sorulduğunda yere dokuz kere tıklayabilirler miydi acaba?
Kötülüğün de iyiliğin de en büyük kaynağı olan insan; elindeki kudretle diğer insanlara, hayvanlara ve tabiata zulmetmenin “medeni, kültürel, dini, etik, estetik, ekonomik, sosyal, sıhhi” sebeplerini bulmakta o kadar mahir ki…
Özlü söz Mevlana’dan gelsin: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”
Bana müsaade,
Çevreniz ile sağlıklı iletişimde kalın!