Ertuğrulgazi’de arkadaşımın bahçesindeydik.  Neler ekeceğini düşünüyordu ve biz de toprağı havalandırması için ona yardıma gitmiştik. Çapalarken aniden küçük yuvarlak taş bilyeler bulmaya başladık. Derken bu inanılmaz muazzamlıkta bilyeler bahçenin her yerinden çıkmaya başladı. Sonradan arkadaşımdan öğrendim ki bunları kuşlar getiriyormuş. “Büyük olasılık ceviz gibi bir şey sanıyorlar” dedi. “Kırmak için atıyorlar ve bahçede kalıyor”. Birkaç tanesini aldım bu gizemli bilyelerin. Sonra bilgisi olabilecek kişilere göstermeye başladım. En nihayetinde bunların değirmen bilyeleri olduğunu aslında taş değil oldukça dayanıklı porselen olduğunu öğrendim. İşlenmiş topraktı yani.

İşte bu topraklarda başınıza gelebilecek en tuhaf sürprizlerden birisi; kuşlar tarafından porselen bilye bombardımanına tutulmak. Hitchcockvari bir gerilimden ziyade oldukça sevimli bu durum- tabi başınıza düşmediği sürece – karşısında kendimi şanslı hissettiğimi itiraf etmem gerek. Elimdeki porselen bilyelere bakıp bunların değirmende öğütülme süreçlerinden sonra yaşadıkları macerayı düşünerek sanki nadide bulunan sanat eserleriymişçesine her birini küçük bir kutuya yerleştirdim.

Bilirsiniz rivayet muhtelif, çivi yazısı Fırat Nehri çamurunda kuşların ayak izleri kopyalanarak icat edilmişti. Kuş deyip geçmemek lazım. Bazen keşfetmek, bazen keşfedileni keşfetmek için oradadırlar. Tıpkı açık denizde karayı gösterdikleri gibi şimdi de hiç merakım olmamasına rağmen seramik ve porselen üzerine araştırma yapmamı okumamı düşünmemi sağlamışlardı. Sanırım benim için en çarpıcı notlardan biri Çinli seramik sanatçılarının Moğol istilasından sonra gizli bir karşı tavır olarak porselenlerini bütün diğer renklerden arındırıp sadece mavi ve beyazın görkemiyle süslemeleriydi…Büyük bir boykottu. Ama bukarşı duruş kobaltı ve toprağı aşikâr bir biçimde mükemmelliğe kavuşturdu. Sonuçta bu dönemin porselen bilgisi Marco Polo eliyle Avrupa’ya taşınmış oldu. Aslında Seramiğin ilk çıkış yeri Mezopotamya ve Anadolu olmasına rağmen pişmiş toprakta kusursuzluğu yaratanlar Çinliler olduğu için porselen Çinlilerle birlikte anılır hale geldi.

Bense çocukluğumda bu topraklarda, dağda bayırda koştururken bulupevcilik oyunuma dahil ettiğim Roma döneminden o hafif yamuk seramik gözyaşı şişelerine saksı muamelesi yapmıştım. Seramikle en fazla hasbihalim çay fincanı ve kuru fasulye pişen çömlek dışında bu kadardı. Ama etrafımdaki insanların da bu kadardı. Bu işlerle uğraşan bir tanıdığımız bir komşumuz olduğunu da hatırlamıyorum.

Bahçelerimizin üstünde uçan bu kuşlar, kanatlı Marco Polo’lar olarak bu küçük kusursuz bilyeleri göklerden bize hediye ederlerken,salt evdeki çay fincanından ibaret olmayan bu sanatı, onun simetriyle bizi ele geçiren doğasını tekrar düşünmemiz ve keşfetmemiz için küçük bir meditatifdokunuş salık veriyor olabilirler.

Tepebaşı Belediyesinin 11. sini düzenlediği Uluslararası Pişmiş Toprak Sempozyumu çok daha fazlasını vadediyor elbette.. 8-24 Eylül Arasında gerçekleşecek ve “Adalet’e” adanan bu muazzam etkinlik yerli ve yabancı 11 sanatçının katılımıyla devam ediyor. Tam da bu dönemde her geçen gün başka belediyelerin teker teker sanat etkinliklerini ve festivallerini iptal ettiklerini öğrendiğimiz bu alacakaranlık zamanlarda, bütün olanaksızlıkları olanak haline getiren bir belediyenin sınırlarında yaşama lezzetini tattığımı itiraf etmeliyim. Başta Başkan Ahmet Ataç olmak üzere bütün ekibinin bu olağan üstü özverili çalışması toprağın ateşin havanın suyun biraradalığının büyüsüne bizleri davet ediyor. Orada olalım. Elbette bu davete kuşlar da dahil…