Uygarlık tarihi boyunca stratejik yaşam kaynağı olan su; coğrafi keşifler, aydınlanma çağı, endüstrileşme, hızlı nüfus artışı gibi nedenlerle doğal kaynak tahribine sahne olan dünyamızda, her geçen gün daha fazla önem kazanan silaha dönüşmektedir.
Suyu silaha neden benzettiğimi tahmin edenleriniz mutlaka vardır. Haydi; “suyu akışına bırakalım”.
Küresel ısınmayla birlikte, suyun hayatiyeti “su yüzüne çıktı”. Ömrümüz yeterse; petrol ile doğalgaz arasında yaşanan sert rekabetin, su paylaşımı konusunda da yaşanacağını göreceğiz. Selma ne diyorsun? Demeyin. “Su uyur düşman uyumaz”.
Su dedik, silah dedik, düşman dedik. “Hak deyinde akan sular durur” atasözü ile sınır aşan sulara giriş yapalım.
Aslına bakarsanız; 20. Yüzyılın başlarından itibaren sınır aşan suların paylaşımı ve kullanımı konusu, ülkeler arasında sorun olmaya başlamış ve çözüm adına çeşitli doktrin ve görüşler ortaya atılmıştır.
“Sınır aşan sular”; bir ülkeden doğan başka ülke ile sınır oluşturan veya başka ülkeye akan sulardır. Örneğin; Çoruh nehri Türkiye’de doğup, Gürcistan’a geçer. Asi; Lübnan’da doğar, Suriye’ye geçer, Türkiye’de son bulur. Ülke sınırlarında doğup, yine aynı sınırlar içinde sona eren akarsulara “milli/ulusal akarsu” denir. Mesela; en uzun nehrimiz olan Kızılırmak.
Sınır aşan sulara kıyısı olan devletlere “kıyıdaş ülke” adı verilir. Örneğin; Meriç nehrine göre; Türkiye ve Yunanistan. Dünya nüfusunun % 40’ı, sınır aşan 260’dan fazla göl veya akarsu havzasında yaşamaktadır. Sınır aşan suların tüm yönleriyle ele alındığı küresel bir düzenleme yoktur. Anlaşılan, “Suya sabuna dokunulmamış”.
Değerli Okurlarım; 30 Nisan 2021 tarihinde basında yer almışhaberi paylaşmak istiyorum. Kırgızistan-Tacikistan sınırında bulunan su kaynağını kullanma konusunda yaşanan gerginlik, iki ülke halkının birbirlerini taşlaması ile başlayıp, silahlı çatışmaya dönüşmüş. Kimi verilere göre; 49 ölü, 250 yaralı, kimisine göre 41 ölü, 115 kişi yaralı! Bölgeye; zırhlı araçlarla asker sevkiyatı yapılmış. Çatışmanın yaşandığı köylerde bulunan çocuk ve kadınlar tahliye edilmiş. İki ülke Başbakanları bir araya gelerek, sınırdaki çatışmanın müzakere yoluyla bir an evvel çözülmesine hazır olduklarını açıklamışlar.
Suya sınırı olan bazı devletler, sudan en fazla yararlanma hedefinde olduğundan az önceki olayda olduğu gibi, sorunlar, hatta “su savaşları” yaşanmaktadır.
“Sudan sebep deyip geçmeyin”. Devletler; sadece su çerçevesinde değil, siyasal, stratejik ve ekonomik açıdan ilgilendikleri için çözümsüzlük devam etmektedir.
Dünyada 214 adet sınır oluşturan veya sınır değiştiren su bulunmaktadır. Bunların; % 96’sı Türkiye’dedir. Ülkemizde; 5 sınır oluşturan, 22 sınır aşan, toplamda 27 egemenlik hakkı olan akarsu belirlenmiştir. Özellikle; Fırat ve Dicle Orta Doğu’nun en önemli stratejik su kaynakları olduğundan, komşularımız ile sorunlara neden olmaktadır. “Su bulanmayınca durulmaz” derler, aman fazla bulanmasın da, bugünlerimizi aramayalım.
Sınır aşan sular ile ilgili ilk düzenlemeler 1992-1997 arasında yapılmış. Günümüzde geçerli olan iki hukuki metin mevcut: Biri; 1992’de imzalanan “Uluslararası Göller ve Sınır aşan Suyollarının Korunması ve Kullanılması Hakkında Sözleşme”.
Diğeri; 1997’de imzalanan “Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılması Hukukuna İlişkin Sözleşme” metinleridir. Bu anlaşmalarda, devletlerin sular üzerindeki sınır ve haklarını kesin olarak düzenleyen hükümler bulunmamaktadır. Sorunların çözümü taraf devletlere bırakılmıştır.
Anlaşmazlıklar uluslararası hakemlik kuruluşları veya mahkemelere aksettiğinde makul ve hakça kullanım prensibi doğrultusunda kararlar verilmektedir. Hakça kullanım; “diğer tarafın çıkarlarına zarar vermeme” şeklinde tanımlanmaktadır.
“Suyolunu bulur” da, Binaenaleyh “hak yerini bulur” mu?
“Dün dündür, bugün bugündür” gibi çok sayıda slogan haline gelmiş ifadenin sahibini hatırlamışsınızdır. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Katıldığı bir gezide, GAP projesinin bitmeyeceği söylendiğinde; “GAP’ı kimseye gap diye gaptırmam” demişti. “Zaman su misali akıp gidiyor”. Köprülerin altından çok sular geçiyor. Dünya gözüyle daha neler göreceğiz bakalım!
Yetmişlerde; benzin yokluğu hakkında, gazetecilerin sorduğu soruya verdiği cevap aynen şöyledir Sayın Demirel’in. “Su mu daha değerlidir, benzin mi? Tabii ki su. Benzin içilmez ama su içilir. Benzin vardı da biz mi içtik!”
Geçen hafta; TBMM İklim Araştırma Komisyonu’na rapor sunan DSİ Genel Müdür Vekili Kaya Yıldız, kurum bünyesinde “sudan ucuz” kavramının artık tarih olduğunu ve kullanmayı yasakladıklarını belirtti. “Su her şeyden pahalı, hiçbir şeyle de değerini ölçemeyiz. Su kullanımı izne bağlı olmalıdır. Bunun için de, yetkili kurum belirlenmelidir. Suyun sahibinin olması gerekiyor” dedi.
Sahip deyince aklıma; Ortaçağ’dan kalma Feodal sistemin ülkemizde de sık karşılaşılan bir uzantısı olan “Ağalık” sistemi geldi nedense! Yeniçeri Ağası, Harem Ağası, Toprak Ağası gibi… “Su Ağası” neden olmasın?
Uluslararası su hukukunun çözmek zorunda olduğu problem sahalarının başında, devletlerin uluslararası akarsulardan endüstriyel, enerji ve tarımsal amaçlı faydalanma hakkının tespiti ile bu faydalanma hakkının diğer kullanıcı devlet veya devletlere vereceği zararın önlenmesi; dolayısıyla faydalanma hakkının sınırının tespit edilmesi gelmektedir.
Faydalanma hakkının dayanağının ülke egemenliği olduğu konusu, uluslararası hukukta genel kabul görmüş bir esas olmasına rağmen, bu hakkın sınırlarının tespit konusu hâlihazırda kesin ve net olarak çözümlenememiştir.
“Su olmayan yerde barış yoktur” demiş atalarımız, lakin…
Mezopotamya. İnsanlığın kadim uygarlıklarının doğduğu coğrafya!
Türkiye’nin en uzun nehirleri olan Fırat ile Dicle arasında kalan bölge, sayısız savaşlara sahne olmuş. İktidarlar ve imparatorluklar yıkılıp, yenileri kurulmuş. Sümerler, Akadlar, Hititler, Lidyalılar, Persler, Asurlar ve daha niceleri…
“Fırat”hırçın erkek, “Dicle” sakin kız.
FIRAT; toplam uzunluğu yaklaşık 2 bin 800 km. ile Orta Doğu’nun en uzun nehri ve en geniş havzasına sahip akarsuyu. Türkiye, Suriye ve Irak’taki kentlerin yaşam kaynağı. Fırat’ın çevresindeki yerleşimlerde birçok erkeğe Fırat ismi verilmektedir. Nedeni; Fırat zor coğrafyaları yararak akar, haşin ve hırçındır. Ülkemizde Erzincan’da doğar, Tunceli, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep ve Şanlıurfa illerinin verimli topraklarından akar gider.
DİCLE; Doğu Anadolu’nun dağlarında doğar, bin 900km. ile dünyanın en uzun nehirleri arasındadır. Türkiye, Irak, Suriye sınır üçgeninin bulunduğu noktadan Irak’a gider. Dicle çevresindeki yerleşim alanlarında doğan pek çok kıza Dicle ismi verilmektedir. Nedeni; Dicle kıvrımlar çizerek, sakin akmasından dolayı anaya, kadına benzetilir.
Dünyanın polisi konumundaki NATO; son yıllarda su güvenliğine yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu durum; Mezopotamya’ya hayat veren, sınır aşan sularımızdan Fırat-Dicle kaderini yakından ilgilendiriyor.
Türkiye, Irak ve Suriye arasındaki Fırat, Dicle ve Asi’nin kullanımı ile ilgili su sorunu; ülkemizin bu sularda, kalkınmaya yönelik faydalanma çalışmalarına girmemizle başlamıştır. Ardından, Suriye ve Irak’ın gelecekteki su ihtiyaçlarını garanti altına almaya yönelik aşırı su talepleri sonucu bir türlü çözülememiştir.
Suriye ve Irak, suyun matematiksel olarak paylaşımını istemektedir. Bununla beraber; ülkemizin suyu silah gibi kullanmak istediğini belirtmekte, müktesep (kazanılmış) haklarını gasp ettiğimizi ve sorunu siyasi boyuta taşıyıp, “Arap sorunu” haline getirmeye çalıştığımızı düşünmektedirler.
Türkiye; sorunu teknik bir konu olarak görmekte, suyun matematiksel değil, hakça, makul ve optimumpaylaşımını istemektedir.
Yıllar içinde; “Üç Aşamalı Çözüm Planı ve Barış Suyu Projesi” gibi çözüm önerileri ortaya koyulsa da… Orta Doğu’nun istikrarsızlık üreten yapısı içinde, diğer sorunlarla birlikte su sorununun birleşik bir krize dönüşebileceği, ülkemiz adına potansiyel risk taşıdığı gözden kaçırılmamalıdır.
Orta Doğu’nun siyasi coğrafyasını değiştirmede petrolün önüne geçen su; İsrail gibi egemenlik alanını genişletmek isteyen, küresel emperyal güçlerin ve küresel hesapların da ilgi alanında olup, hedef Türkiye’dir.
Görüldüğü üzere, su güvenliği insan güvenliği ile direkt alakalı.
1996’da gösterime giren ve izleyici rekorları kıran, başrollerini Şener Şen ile Uğur Yücel’in paylaştığı “Eşkıya” filminde, hüzün kokan acılara sahne olmuş hırçın Fırat’ın hikâyelerinden esinlenerek yazılmış Fırat Ağıt’ı halen dillerde ve yüreklerde…
Şu Fırat’ın suyu akar serindir, ölemölemderdoölem akar serindir oy oy,
Yârimi götürdü(anam) kanlı zalimdir ölemölem, kanlı zalimdir nasıl gülem,
Kömürhan köprüsü Harput’a bakar, ölemölemderdoölem Harput’a bakar oy,
Kör olası zalim Fırat ocaklar yıkar ölem, ölem, ocaklar yıkar nasıl gülem oy oy.
Ağıt içinde Kömürhan’dan geçip, köprünün yaşadıkları hakkında bilgi vermezsem olmaz. Kömürhan, 4. Murat döneminde 1623-1640 yılları arasında yapılmış. Fırat’tan kelekler vasıtasıyla karşıya geçmesi gereken kömürler bu handa biriktirilirmiş. Sonraki yıllarda, Mimar Sinan Kömürhan boğazına bir han yapmış ve demiş ki: “Yaptığım yüzlerce han… En sevdiğim Kömürhan” Lakin zamanla Koca Sinan’ın Kömürhan’ı, diğeri gibi Karakaya baraj gölünün altında kalmış. 1937’de inşa edilen köprü İsmet Paşa tarafından açılmış, ancak Fırat’ın zalimliği sonucu tarih olmuş. İlerleyen senelerde; Karakaya Barajı faaliyete geçince, Fırat sakinlemiş, azgınlığı, kızgınlığı kalmamış ve baraj Fırat’a dizgin olmuş. Adı yıllardır var olan köprü tekrar yapılmış ve 1986 yılında, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal açılışı gerçekleştirmiş. Tabela yine eski tabela. Üstte “Kömürhan”, altında parantez içinde “İsmet Paşa”.
Yıl 2013, aynı yerde 660 metre uzunluğunda yeni bir köprü için ihale tamamlanmış ve 2014’de yapımına başlanmış. “Malatya-Elazığ arasında, Karakaya Baraj Gölü üzerine yapılan köprünün ve devamındaki tünelin açılışı 2 Ocak 2021’de gerçekleştirilmiş. Köprünün bir ucu Malatya sınırının başladığı yer, diğer ucu Elazığ sınırının. Ortada Kömürhan köprüsü. Tarafsız bir bölge gibi! Malatya benim diyor, Elazığ benim.
Bu arada; köprü yüzde yüz milli ve dünyada kendi alanında 4. sırada yer alıyor. Yapımında Eyfel Kulesi ile aynı miktarda, 7 bin ton çelik kullanılmış. İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’ni Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’ne bağlıyor.
Yolunuz düşerse; Kömürhan hatırası fotoğrafınız mutlaka olsun!
Unutmadan, Kömürhan Köprüsü’nden geçişler 31 Ağustos’a kadar ücretsiz!
Köprüler yaptırdım gelip geçmeye, çeşmeler yaptırdım suyun içmeye Karam…
Yaklaşık dört yıl önce; TV kanallarından birinde yayınlanan bilgi yarışmasına başvurum sırasında yazan soru şu idi. “Parayı kazanırsanız ne yapacaksınız?”
Cevabım: “Çeşme yaptıracağım”. Dalga mı geçiyor bu hanım bizimle dediler mi? Bilemiyorum, çağırmadılar beni! Lakin niyetim doğru idi.
Ancak bu zamanda, çeşme yaptırsam suyu akar mı akmaz mı? Suyu akmayan çeşme ne işe yarar? Suyu akarsa insanlar ücret ödemeden içebilirler mi?
Sonuç olarak; stratejik ve güvenlik boyutunda olan su sorununu, ülkemiz kendi menfaatleri doğrultusunda çözecek bir politika izlemek durumundadır. Suyun savaş için değil, işbirliği için kullanılacağı bilinci ile hareket edilmelidir. Disiplinler arası yaklaşım ile siyasetçiler, hukukçular, mühendisler ortaklaşa çalışarak, çözüm önerileri üretilmelidir. Uluslararası arenada haklılığımız daha yüksek sesle dile getirilmelidir. Yarın öbür gün, adı geçen ülkeler veya aklımıza gelmeyen güçler tarafından suyumuzdan da olmayalım!
Son söz Mevlana’dan gelsin.
Su gibi aziz olun!