Eskişehir, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, her köşesi derin bir hikaye fısıldayan bereketli topraklardır. Bu toprakların binlerce yıl önceki en görkemli sakinlerinden biri olan Frig Uygarlığı ve onun efsanevi Kralı Midas, yakın zamanda gerçekleştirilen devrim niteliğinde bir projeyle adeta dijital çağda yeniden canlandırıldı.

Anadolu Üniversitesi’nin Midas Vadisi Projesi kapsamında izlediğim yapay zekâ destekli canlandırmalar beni öyle bir etkiledi ki… Binlerce yıl önce yaşamış Frig halkının törenlerini, ritüellerini, mimarisini bilimsel verilerle yeniden kuran o dünyaya adım attığınızda, tarihi yeniden yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Friglerin hiçbir görsel hafızası yoktu; ama tarihçiler, yazılı kaynaklar ve yapay zekâ geliştiricilerin ortak emeğiyle, adeta yeni bir resim çizilmiş. Üstelik yalnızca dijital bir rekonstrüksiyon (yeniden yapım) değil; kültürün, hafızanın ve toprağın yeniden canlandırılışı. Bu projenin önemli paydaşlarından birisinden bahsetmek istiyorum sizlere.


Toprağına sinen hikâyeler, sokak aralarında kaybolmuş izler, bazen bir müzenin sessiz odasında, bazen de bir belgesel karesinde kendini yeniden hatırlatır. İşte o hatırlatışların ardındaki isimlerden biri var ki, bu şehrin hafızasına en büyük emeği verenlerden: Ersen Çıra.

Doğup büyüdüğü bu şehirden hiç vazgeçmeyen, her adımında Eskişehir’in kültürüne, insanına ve hikâyelerine bağlı kalan bir yönetmen, bir yapımcı, bir emekçi… Ama en çok da bu toprakların izini geleceğe taşımayı şiar edinmiş bir hikâye anlatıcısı.

Ve bu önemli projenin paydaşlarından birisi Ersen Çıra ve GAP Film & Medya, Türkiye’nin ilk yapay zekâ destekli arkeolojik alan çalışmasına imza attı. Midas Vadisi artık kazı alanının sınırlarını aşarak dijital evrende de erişilebilir bir kültürel mirasa dönüştü.

Bu toprakları tanıyan, bu toprağa inanan herkes bilir: Böylesi bir işin değeri teknolojik bir yeniliğin ötesinde kültürel bir sadakattir.

Ama Ersen Çıra’nın hikâyesi sadece eski çağların taşlarına, kayalarına değmiyor. Onun lensi, kimi zaman binlerce yıl önceye ışık tutarken, kimi zaman günümüz insanının mücadelesini de aynı duyarlılıkla anlatıyor.

“Muhtar Mücahit” belgeseli, bunun en iyi örneği.
2024 yerel seçimlerinde Türkiye’nin ilk down sendromlu muhtar adayı olan Mücahit Kırdaş’ın hikâyesi, Kırdaş’ın bu yolculuğu, seçim yarışının çok ötesine geçerek engellilik algısını dönüştüren ve toplumsal katılımı güçlendiren derin bir mesaj taşıyor.

Belgeseli izlediğinizde Mücahit’in mücadelesi Emek Mahallesi’nden, tüm ülkeye sesleniyor:
Cesaret bulaşıcıdır.
İnanç görünmez sınırları aşar.
Toplumun dönüştürücü gücü, bazen en beklemediğiniz yerden doğar.

Ersen Çıra’nın yapımcılığını üstlendiği bu belgeselde hissettiğiniz şey çok basit:
Bu hikâye anlatılmalıydı
Ve bu hikâyeyi anlatacak en doğru kişi yine kendi toprağını en iyi tanıyan bir hikâye ustasıydı kar ve zararı düşünmeden yapımcılığını üstlendi Mücahit’i şehrin hafızasına kazıdı.

Elbette Çıra’nın yolculuğu, yalnızca Friglerin izinden ya da Mücahit’in mücadelesinden ibaret değil.
Ede Belgeseli bu hikâyeler zincirinin en güçlü halkalarından biri…
Emirdağ’ın Ede’lerini, Abdalların yaşamını, baba-oğul ekseninde aktarılan o yoksunluk ve müzikle yoğrulmuş dünyayı öyle ustalıkla perdeye taşıdı ki, Antalya Altın Portakal’ın en çok konuşulan yapımlarından biri oldu.

Ersen Çıra’nın gösterim sonrası söylediği şu cümle çok dikkat çekiciydi:

“Onların bile hafıza olarak unuttuğu görüntüleri bulduk.”

Bir halkın, kendi hafızasında bile kaybolmuş anılarını ortaya çıkarıp izleyiciyle buluşturmak…
İşte bunun adı sinemadan öte bir şeydir:
Toplumsal hafızayı koruma emeği.

Ede Belgeseli gösterildiği Altın Portakal’daki konuşmasında dile getirdiği şu sözler de aslında bütün çalışmalarının özü:

“Ötekileştirilen Anadolu coğrafyasındaki küçük hikâyeler, çok büyük konular barındırıyor.
Çünkü altyapısı insandan besleniyor.
Anadolu’daki bu tarz hikâyelerin geleceğe bir şekilde kayıt altına alınması gerektiğine inanıyorum.”

Bu cümlede yalnızca bir yönetmenin bakışı yok…
Bu şehirden hiç gitmeyen, gitmek istemeyen bir adamın kalbi var.

Ersen Çıra, yalnızca belgesel üretmiyor.
Müzecilikten yapay zekâ projelerine, İstanbul’un Fethi’nden Sivrihisar Kilim Müzesi’ne kadar uzanan geniş bir yelpazede kültürel içerik üretiyor.
Atatürk Devrimleri Müzesi’ndeki hologram projesi ise müzecilik anlayışına ciddi bir yenilik getirdi.
Lübnan’da 2009 yılında "Anka'nın Doğuşu" belgeselinin yönetmenliğini yaptı. Charles Nassar'ın hikayesini dünyaya anlatarak uluslararası proje gerçekleştirdi.

Aynı zamanda GAP Film & Medya’yı uluslararası arenaya taşıyacak vizyonla, hem Eskişehir Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde yeni bir Ar-Ge merkezi açtı hem de dünya trendlerini takip eden bir üretim kültürü oluşturdu.

Ama tüm bunların ötesinde bir gerçek var:
Ersen Çıra, Eskişehir’den doğmuş bir marka.
Ve esas gücünü bu şehirden alıyor.
[e1]

Bugün Frigya’nın taşlarını yeniden konuşturan, Mücahit’in hikâyesini dünyaya taşıyan, Edelerin yitip giden hafızasını kurtaran, ülkenin müzelerine yeni bir ruh katan bu adam…

Aslında hepimize şunu hatırlatıyor:

Bu topraklarda anlatacak çok hikâye var.
Biz yeter ki sahip çıkalım, destek olalım.
Çünkü Ersen Çıra gibi isimlerin emeği, yalnızca bir belgeselin final sahnesi değildir;
bu şehrin geleceğe uzanan kültürel sigortasıdır.

Ersen Çıra bu topraklardan hiç vazgeçmedi.
Bizlerde;
Bu şehrin hikâye anlatıcısının hikayelerine sahip çıkmalıyız.