İki çift kelam da ben edeyim. Konu “KANAL İSTANBUL”

Benim bu telaşım nedendir bilmem ama dil konusunda hassasım. Öncelikle bu işin adı beni rahatsız ediyor. Güzel Türkçemize herkes ihanet ediyorken, şimdi buna devlet de katıldı. Koskoca devlet “İSTANBUL KANALI” demeyi beceremiyorsa konu daha da vahimdir. Neden bir şeye isim koyarken yabancı kalıplar kullanıyoruz? “Kanal İstanbul” ne? Artık böyle şeyleri yediden yetmişe herkes gayet normalmiş gibi karşılıyor. Bu bir işgaldir, tecavüzdür. Kültürümüz eriyip giderken seyrediyoruz.

Gelelim Kanal’ın nimetlerine… Bir gürültüdür gidiyor. “zengin olacağız” diyen var, “kısırlık yapar” diyen var, konudan habersiz çarpıtılmış ismine bakıp yeni bir TV kanalı zanneden var.   Söyleyeyim. Hiç biri ikna edici değil, yanlış. Kendi savlarını dikte etmek adına milletin kafasını karıştıra karıştıra çorbaya döndürdüler. Oysa olay gayet basit. Eskilerin bir deyimi vardır. “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmeli” O zaman düşünelim gerçekten de attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değiyor mu? Bence hayır. Çünkü;

1) Halk ikna olmadı. Hiçbir sıkıntısına çare değil.

2) Böyle bir kanal şu sıkıntılı dönemde Türkiye’nin vazgeçilmez ihtiyaçları arasında değil.

3) Bilim adamları bu işe soğuk bakıyor, akıllarına yatmadı. İstanbul Kanalı çalışmalarının 33 bilim dalında, 7 üniversitenin katılımıyla 200’den fazla akademisyen ve uzman tarafından çok titiz çalışmalar sonucunda yapıldığı söylendi... Ancak biz bu bilim adamlarını hiçbir tartışmada veya panelde söyleşide halka açıklama yaparken göremedik. Kimdir bilmiyoruz.

4) Dünya coğrafya haritalarını değiştirecek  “doğayla oynaşma” projelerinin ters tepmesi büyük ihtimal...

5) Paralı geçişte kazancımız ekonomik olarak Süveyş ve Panama kanalları ile asla mukayese edilemez. Süveyş’ten geçmezsen Ümit Burnu ve Afrika sahillerini dolaşmak zorunda kalırsın. Panamadan geçmezsen Güney Amerika’yı dolaşmak zorunda kalırsın. İstanbul kanalından geçmezsen hiçbir şeyin zorunda kalmazsın.

6) Kaza yapan İndependent örnek veriliyor. O devasa gemi 1974 yılında bir hafta yandı. Ama İndependent gibi bir gemi zaten İstanbul Kanalı’ndan geçemiyor. Duble yollar yapıldı diye yıllık kaza ve ölüm oranımız hiç de düşünüldüğü kadar azalmadı.

7) Montrö konusu önemli. Bu büyük bir risk. Şöyle ki; 1923’te Lozan’da Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Marmara denizinden geçişlerin statüsü çok sancılı oldu. Sonunda bir karara bağlandı. Karara göre İngilizler boğazlardan çekilecek,  boğazlardan geçişleri uluslararası bir komisyon yönetecek ve Türkiye bu bölgelerde asker bulunduramayacaktı. 1936 yılına gelindiğinde bir dünya savaşının yaklaştığını gören Atatürk bu durumun sürdürülemeyeceğini hissetmişti. Komisyonu Boğazlar statüsünü yeniden belirlemek için toplantıya çağırdı. Batılılar kabul ettiler. Montrö’de toplanıldı. Türkiye çekincelerini ve oluşturacağı fiili durumu masaya koydu. Uzun ve çetin görüşmeler ardından uluslararası komisyon feshedildi. Boğazların savunması ve yönetimi Türk askerine devredildi. Ardından Türkiye tek başına boğazlara girdi ve derhal tahkimata ve geçişleri yeni kurallara göre yönetmeye başladı. Seksen dört yıldır en ufak aksama olmaksızın anlaşmayı uyguladı. Böyle bir kanal nedeniyle Montrö tekrar tartışmaya açılırsa, Türkiye bugünkü durumu itibariyle bu tartışmadan zararlı çıkacaktır. Amerika’nın donanmasını çıkaramadığı tek deniz Karadeniz’dir. Yeni bir krize ihtiyacımız yok doğrusu…

Yani neresinden baksanız karşınıza “kazın ayağı” çıkıyor. Bu işin geri dönüşü olmaz. Dikkat.