İçimizden yükselen doğrucu vicdan sesi… O varsa yaşıyoruz demektir. Alıkoyar bizi kötülüklerden. Bileğimizden kavramış bir el, önümüze serilmiş bir anne yüreği gibi.

     Kalp bu, kötülüğe meyleder bazı bazı. Ne de olsa mayasına kötülük serpilmiş… Öyle zamanlar gelir ki rahat etmez içimiz. Sanki bir tuzağa yakalanmıştır gölümüz, feryat figan bağırır. İçinden çıkılmaz bir durumdur. Kalp, vicdan mengenesinde sıkışıp kalmıştır.

     İtiraf etsen edemezsin kendine. Çünkü kendinden bile gizlersin suçunu. Ama vicdan öyle mi? Dobra dobra yüzüne vurur tüm yanlışlarını. “Bak gör!” der, “Yanlış yoldasın.” Mengene biraz daha sıkar, ezeler. Kendinle yüzleşirsin, ‘Nasıl kurtulurum bu cendereden?’ diye. Başıboş bırakmaya gelmez gönül. Gönül ki çiçek tarlası, gönül ki çamur bataklık…

     Tüm vicdanları toplamışlar, çağırmışlar huzura. Tek tek yüzlerine bakmışlar, her birini incelemişler. Lakin hiçbirini, birbirine benzetememişler. Her vicdanın sızısı, sıkıntısı farklıymış. Birinin dert ettiği öbürü için sıradanmış. Hatta bazı vicdanlar sis gibiymiş. Fark yokmuş varlıklarıylayoklukları arasında. O yüzden herkes bu dünyada kendi vicdanına göre yol alırmış. Vicdan yaralarını sarmalar, onu pürü pak etmeye çalışırlarmış.

     İnsan dediğin, yolcu bu dünyada… Vicdansa insanın yoldaşı, yolları bilen bir rehber. İnsan düşünmeli, bu rehberi gözü gibi sakınması gerektiğini. Bilmeli, vicdan giderse elinden, kendi de gidecek hepten. Ne dün ne yarın kalacak ellerinde, rüzgâr gelip avuçlarından uçuracak.

     İçimizdeki gayya kuyularına düşmeden önce dinlemeliyiz vicdanımızın o durgun, naif sesini. Elbet bize üzülecek, fısıldayacaktır kulağımıza. O çağırdıktan sonra, zor değil geri dönmek.

Ayşenur KAYA