Yüreğimde, beynimde ne varsa ‘işgal’ ettin.

O günlerden beri yüreğim ‘isyan’larda…

Her nefesi birlikte alıp, veriyoruz. Her yerde sen…

Cam işçilerinin eylemlerinde, kadınlar daha isyandaydı.

Seni düşündüm; Gülten Akın’ın şiirinde:

"Git oldu can, sürgün geldi dayandı/ Sürgün yine geldi dayandı/ Kitapları topladım, çocukları giydirdim/ Hadi de doğrulalım Dranazın karına/ Biz nereye düşeriz, halk fakir fıkara/ Her bahar, her yaz gurbette/ Sılaya dönmesi olur velakin/ Ne sılamız belli, ne gurbetimiz/ Çiğdemi Ardahan yaylalarında/ Nergisi Sinopta/ Vanda koparmışsak sarı gülü/ Portakal kokusu Kumlucadan gelir/ Karıştırdık sıla nere, gurbet hangisi"

Kadınlar bağırıyor, senin sesini duyuyorum.

Tek tek yüzlerine bakıyorum, bakışlar senin…

"Gözlerın kaç gece eder/ Dudakların kaç karanfil/ Gülünce sehpalar devriliyor/ Kızgınlığın kaç yanardağı", Atilla İlhan’ın şiirini mırıldanıyorum.

Kadınların kucaklarında bebeler, çocuk arabasındaki çocuk üşemesin diye sendika flaması örtülmüş, dünyanın en pahalı battaniyesi gibi…

Anne-babanın attıkları sloganlar bir ninni gibi. Uyuyan bebek gelecek güzel günleri düşlüyormuş gibi gülümsüyor.

Bebeğin gülümsemesindeki senin uyurken gülümsemeni anımsadım.

Tayfun Yelbaşı’nın şiirini bağıra bağıra okuyorum:

"(...)/Şimdilerde bir proleterya olarak/Aşkının en marksist yanını yaşıyorum/Hakkım olan bir gülüşü geri almak için/ Grev çadırları kuruyorum/Haklarını patronlarından alamayan/ Tüm yürek işçileri toplanıyoruz/Çığ gibi büyüyoruz/Ve enternasyonel bir hal alıyor aşkımız../Grup Yorum'un ''Halkımızın Gelini'' parçasında halaylar çekiyoruz/Polis jopları eşliğinde/---İsyanlar çıkarıyorum bir gülüşün için---"

Güneşe hasret, ürettiğimizi birlikte paylaşlaya hasret, güzel günlere hasret ve sana olan hasretime bile hasret…

Yürüyorum cam işçileri, kadınlar ve çocuklar ile birlikte.

Yüreğim soluklanıyor…

Durup dururken Nazım Hikmet fısıldıyor yüreğime;

“Sevmek mükemmel iş delikanlım./ Sev bakalım.../ Mademki kafanda ışıklı bir gece var,/ benden izin sana/ seeeeev/ sevebildiğin kadar...”

Eylemdeki işçileri, kadınların, çocuklarının isyanlarına bakıyorum; ve yüreğimdeki sana…

Amerika’nın Massachusetts eyaletinde 1912 Ocağında başlayan bir grevde kadın dokuma işçilerini anımsıyorum.  Şöyle haykırıyorlardı: “Ekmek istiyoruz, gül de..”

Sait Açıkgöz’ün şiirini okuyorum sana:

“"(..)/sabah serinliği kaldırımlar kavruluyor/ bütün yolları denedim/ çıkmıyor yarına sensiz/ günakıtan diyorum tutamadığım takvimlere/ söylesen sesin ısıtır biliyorum/sussan kalemim üşüyor çıplak/'grev, grev' istiyor ritimsiz yalnızlık krizim/kalbime sürtünüyor insancık insan/ terki aşk kritizmi kör düğümlü kavgam/kırılmış yüreğimde/ ıslanmıyor cam/ buzul sırtı keskini aşklar kopuyor/ zehre dönüşünce sülfürlü cıvam/düşer kavgamın sırtından barikat/ gece yarısı savunmam direnmede hâlâ/kan yürüyor içimdeki tipiden/ buzdan ayaklanarak/ sana teslim bir aşk bırakacağım/ dile öldür /dile sakla/ dile sat"

Yürüdükçe eylemde; işçilerle birlikte bağırdıkça, yorgunluğum gidiyor.

Yüreğimde; taze isyan çiçekleri açıyor…

Biz hiç yalnız yürümedik, yüreklerimiz hep elele oldular…

Bana baktığında; ‘bana bak dediğinde’ yüreğimdeki isyan artıyor.

Ve herşey değişiyor, güzelleşiyor Akgün Okava’nın şiiri gibi…

"Bana şöyle bir bak diyorsun/ Posta kutusuna gece yarısı bırakılan bir mektup gibi/ Kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne/ Gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören"

Sen aklıma düştüğünden beri her eylemde, toprağa düşen ‘cemre’ gibi yüreğimi  canlandırıyorsun.

Velhasıl bitanem, yüreğim hep seninle isyanlarda.

Barış Erdoğan’ın dizeleri gibisin; "yüzüme "seni seviyorum" afişini asmış/el sürmedim, kaldı bir ömür orda"….

ŞABAN BAĞCI