MAZLUMUN AHI DÜŞÜRÜR ŞAHI

 

Neden mi? 

 

Mazlumun ne dayısı nede  korur diye güvenecek dostları var. Hepsini denemiş, her birinden acı öğretileri olmuş, hiç birine kızmamış. Sadece yalnızlaşmış. Yüreksiz korkak iki yüzlü kendi çıkarları için yaşayan, hayatları kurtaracak doğruları bile, kendi çıkarlarına ters gelecek diye söyleyememiş insan kalabalıkları...

 

Ne yapsın mazlum, çekilmiş köşesine. Sadece tanrısı var içinde. Ona sığınmış. Aslında ah etmemiş! O “ah” etmezmiş. Ama izlermiş sadece. Neler oluyor ya da neler olacak gördüklerine hiç şaşırmıyormuş. Bilirmiş aslında neler olacak. Yaşamsal tecrübeleri, onu ve onun gibileri hiç yanıltmazmış. Kendine hakim olmak için uzun ve sabırlı çabalar verirmiş. Onu öfkelendirmek için o kadar çok neden ve uğraşı varmış ki öfkelenmeyi, üzülmeyi ve mutsuz olmayı bırakır. Dengeli, sabit ve sakin olmaya çalışırmış.

 

Mazlum aslında o kadar güçlü ki, bilir ki güçlü insan seven sevilendir. Yüzünde hep gülümseme olandır.. Yaşamlarını alt üst eden, patlayan mizaçlarıyla tatlı ve güzel olan her şeyi harabeye çeviren karakterlerinin dengesini bozan ve husumet yaratan ne çok insan tanırız!

 

Mesela, insanların büyük bir çoğunluğunun kendilerine hakim olmadıkları için yaşamlarını mutluluklarını mahvettiklerini biliriz. Hayatımızda dengeli, olgunlaşmış bir karakterin özelliği olan mükemmel özgüvene sahip ne kadar az kişi ile karşılaşırız. Evet insanlık kontrolsüz ihtirasla dalgalanır, zapt edilemeyen üzüntü ile karışır, endişe ve şüphelerle sürüklenir. Ancak, bilge insan, düşünceleri kontrollü ve saftır. Onun için, mazlumdur. Onda kin, kıskançlık, kısaca ego olamaz. İhtiras ve tatminsizlikte olmaz. Sevgi dolu tebessüm eden yüzüyle  olduğu her ortamın adeta ışığıdır. Böyle güzel varlıklar mazlumdur  ah etmez  zamana bırakır ve sevgilerini iletirlermiş...

 

Ve zaman her birimizin bildiği gibi her şeyin ilacıdır. Mazlum gibi sabretmesini bilmek gerekir. Sabretmek sadece susmak değil tabi ki. Derken sizlerle çok beğendiğim bir rivayeti paylaşayım. Yunanistan’a gidenler bilir yüksek kayalıklar üzerinde küçük oyuklar vardır . Oyuklar tanrıya ulaşmak için sığınılan yerlermiş. Tanrısına ulaşmak isteyenler oraya sığınır çok az su ve kuru ekmekle  insanlardan uzak ölümü beklermiş. Böylece günahlarından arınıp, tanrısına ulaşacağına inanırlarmış. Bunu öğrendiğimde, hiç şaşırmamıştım. Tanrıya böyle bir davranışla ulaşılacağını inanmak, kendisini kandırmakla ve tanrının ne istediğini anlayamamış ilkel bir inanış bana göre. Benim anladığım tanrıya ulaşmak, yaşamdan kopmakla olmuyor.

 

Var olan canlı cansız her şey ile yüzleşip evrim yada tekamül yapmaktan geçiyor sanırım. Buna da kısaca değinmek gerekiyor. Yaşam bir sınav ise bu sınavda iyiler, kötüler, acılar, hüzünler, varlıklar, yokluklar olacaktır. Bunlara karşı duruş biçimi, sabırlı sakin olumlu ve pozitif olmakla oluşur.

 

Yaşanması gerekenler yaşanır biter. Bunlardan olumlu dersler çıkarmak ve bir daha başa dönmek gerekmez. Bir işe, bir yaşama, başlarken her insanın aklı mantığı şuuru vardır. Kendince doğru kabul ettiği kriterleri de vardır. Sadece küçük katkılarımız olabilir.

 

Ama bunu da yaptıktan sonra onun üzerinde hakimiyet kurma gibi haklarımız olamaz. Genellikle bir iyilik yaptığımızda karşındaki insanın küçük bir olumsuzluğu karşısında feveran ederiz. Yıllardır kafamıza kazınarak söylenen bazı olumlu sözlerden yola çıkarak yapılan iyilik söylenmez denilir de,biz hem yapar hemde ardından nankör ben sana bu kadar iyilik yaptım der böbürleniriz yapılan iyiliği de amacına ulaştıramadığımızdandır belki de bu durumlar ...

 

Bunları başardığımızda daha sakin daha olumlu bir yaşam biçimimiz olacak.