Herkes sadece bir günlüğüne  kendi olabilse; dünya nasıl bir yer olurdu acaba! İlk başlarda herşey karışırdı  birbirine, bir düzensizlik olurdu haliyle. Bir karmaşa. Ama sonra; dengesini bulurdu dünya ve eminim  daha güzel olurdu.  Dahası fazla  bile. Eminim güzel bir dünya olurdu.

          Bir yerde okumuştum. Birçoğunuz da  görmüştür muhtemelen.

          ''Belki de dünya başka bir gezegenin cehennemidir.'' diyordu. Tertemiz bir dünyada yaşadığımızı kimse iddia edemez değil mi?

          Bu makalemi şu an okuyan her birinize tek tek soruyorum. Sen sıradan bir insan mısın? Sağına soluna bakma! Sana diyorum, bir başkasına değil.  Söylesene; sıradan insan denince o muktedir algın sana neler söylüyor. Gerçekten merak ediyorum. Zihinlerinizi okuyamam. Ama sizleri tanıyorum. Bir yerde karşılaştık sizlerle. Caddede, sokakta, markette, yanımda, yamacımda, işte, aşta denk geldik birbirimize. Tanıyoruz biz bizi...

          Son zamanların moda tabiriyle bir sosyal deney yapsak, alsak kameramızı, mikrofonumuzu çıksak sokaklara, sorsak kadınına, erkeğine, yaşlısına, gencine . "Siz sıradan bir insan mısınız?" diye mikrofon uzatsak çok muhtemel ki bırakın sorumuza cevap almayı; ''ne diyorsun sen, saygısızlık yapıyorsun.'' gibi tepkisel cümleleri duyabiliriz. Belki de daha önce duymadığımız çok özel sinkaflı kelimeler de belleğimize bulaşmış olur.  Peki nedir bu tepkinin nedeni? Hepimiz çok sıra dışıyız da bir benim mi haberim yok!

          Sıradan olmak neden bizi bu kadar rahatsız ediyor? Nedir bu meselenin özü?

          Birincisi sıradan sözcüğünün zihinlerdeki karşılığı, basitlik algısı ve bu noktadan çıkışla yaptığı  sınıfsal çağrışımdır.( bu yılın ikinci yarısında çıkacak olan kitabımda, bu kısmı detaylı bir şekilde yazdığımı göreceksiniz.)

          Meselenin ikinci boyutunda gördüğümüz; kişinin ailesine ve yaşadığı topluma kendisini kabul ettirme çabasıdır.  Olduğundan farklı görünmek (algıları manipüle etmek de diyebiliriz), ya da  standartları toplumsal konsensus ile belirlenmiş ideal insan tipine bürünme gayesi sıradanlığın doğal havasından uzaklaştırır bizi.  

          Toplumun genel kabulü sizi özgün olmaktan alıkoyar. Bu özgün olamama durumuna; gerek mesleki kariyer yolculuğunda, gerekse evlilik öncesi sürecin o çok bilinen ailevi münasebetlerinde ve hayata dair pek çok meselede tanıklık ederiz. Sizden istenen doğal olmanız değil, olunması gereken şekle ne kadar girebildiğinizdir. Birkaç cümle önce söylediğim gibi toplumun genel kabulü sizin hareket alanınızı belirler. Düşünceleriniz daha dile dökülmeden önce bu kabulün huzurundadır. İsteseniz de dışına çıkamazsınız. Ya da çıkarsınız ve oyunun dışında kalırsınız. Oyun dediysem de çocukça değil elbet. Büyükçe oyunlar...

          Sıradan insana bir tanım yapmam gerekir ise;

          Sıradan insan; kendini olduğundan veya olabileceğinden farklı gösterme çabasında olmayan, olduğu gibi olandır. Doğal, yapmacıksız olabilmektir. Ve en önemlisi samimi insandır. Samimiyetse tüm iklimlerde en muteber olandır.

          Sıradan olmamak adına doğallığımızı kaybediyoruz. Samimiyetimizi kaybediyoruz. Akıl ile kalp uzaklaşıyor birbirinden. Kalbin yerini menfaatlerimiz alıyor.  İşin ilginç tarafı da sıradan insan olmamak adına onca uğraşı günün sonunda, herkes gibi olmakla son buluyor.

          Ve

          dünya çirkinleşiyor...