Son yıllarda yazları Bodrum'dayım.

Burada kültürel faaliyetleri elimizden geldiğince takip etmeye çalışıyoruz.

Duvarlarda, reklam panolarında sanat duyuruları içeren afişler var. Bunlardan biri de ''Tanrıçalar Geçidi Festivali,'' ilgimizi çekti, gidelim dedik. Yer Alazeytin Köyü. Festival; resim, fotoğraf, heykel ve müzik gibi sanat ağırlıklı eserler içeriyor.

Köy çok zor bulunabilecek bir noktadaymış sonradan fark ettik.

Neyse efendim; dere tepe düz gittik, dağlar, ormanlar aştık zor bela Alazeytin Köyü'nü bulduk. Üstüne bir de bizim köy, Aşağı Alazeytin ve Yukarı Alazeytin olarak ikiye ayrılmamış mı?  İşler karıştı tabii...

Önce Aşağı Alazeytin'e geldik. İn cin top oynuyor kimsecikler yok. Biraz daha yol gittik, nihayet Yukarı Alazeytin'deyiz.

Köyün girişinde bir mezarlık var. Yanında da üç beş araba, ''sanırım cenaze var'' diye içimden geçiriyordum ki, biraz daha ilerleyince 10-15 arabanın daha park etmiş olduğunu gördüm. Arabamı park ettim, indik ama hala kimsecikler görünmüyor. Etrafta adeta ölüm sessizliği var. Hemen yanımızda park etmiş olan minibüsün içinden şoför seslendi.

-Sergiye mi gideceksiniz?

Birini bulmanın sevinciyle 'evet' dedim.

-Buyurun sizi ben götüreceğim, sergi yeri biraz yukarıda.

Çaresiz bindik, minibüste bizden başka, yetmişli yaşlarda, karı koca olduğunu tahmin ettiğim bir çift daha var. Yaklaşık iki kilometre daha gittikten sonra yüksekçe bir arazide inşa edilmiş heybetli binanın önünde durduk. Kapıda ücretlerimizi ödeyip bahçeye girdik. İçerisi kalabalık, kalabalığın büyük bölümünü 60 yaş üstü kadınlar oluşturuyor. Neredeyse hepsi estetikli, botokslu ve mimiksiz tipler.

Etrafı incelediğim sırada mikrofondan sergi sahibi konuşmaya başladı. Bayat ve komik olmayan esprileriyle sergiyi tanıtıyor. Konuştukça da davetliler yapay bir şekilde gevrek gevrek gülüyorlar.

Gördüklerim bana Oğuz Atay'ın Biyografisini yazdığı 'Bir Bilim Adamının Romanı'ndaki Profesör Mustafa İnan karakterini hatırlattı. Oğuz Atay onu anlatırken modernlik ve postmodernlik arasında ele alır ya, işte  buradakilerin çoğu bana göre öyleydi.

Etrafım, oldukları ve olmak istedikleri karakterler arasında gidip gelen yaşlı, abartılı, samimiyetsiz kadınlar ve adamlarla dolu.

Bir taraftan da garsonlar, ellerindeki tepsilerle şarap servisi yapmaya çalışıyorlar. Tam da yanıma yaklaşan garsondan bir kadeh şarap alacakken aman Allahım!

Tam elimi uzatmaya yeltenmiştim ki; tepsideki kadehler kapışıldı. Neyse ki, hemen arkadan gelen başka bir garsondan hızlıca  iki kadeh kapmayı başardım.

Hatta o kadar ki; çevikliğim sayesinde elinde kanepe dolu tepsiyle gelen bir diğer garsondan kanepe bile kapabildim. Ortam sanat içerikli,  ancak hemen herkes sanat eserleriyle ilgilenmek yerine birbirinin dedikodusunu yapıyor. Arada üniversite öğrencisi bir tanecik kızım, Bestecimle göz göze gelip bakışlarımızla sessizce hayretimizi paylaşıyoruz.

Şaraplarımızı yudumlarken bahçede kafalarında taze zeytin dalından yapılmış taçları olan, beş altı kızdan oluşmuş bir dans gurubu belirdi. Kızlar dans ederek kalabalığın arasında dolaşmaya başladılar, hem dans ediyorlar hem de kafalarındaki taçları davetlilere takmaya çalışıyorlar. İşte o an ortalık karıştı. Hangimiz zeytin dalından yapılmış tacı kapacağız arbedesi...!  

Sonunda zeytin dalından yapılmış taçları, yaşlı kadınlardan ikisi kaptı ve sergi boyunca kafalarından hiç çıkarmadan dolaştılar.

Dedikodu fena bir şey, karşılaştığım bu entel dedikodusu daha fena bir şeymiş onu anladım.

Davetli kadınlardan biri, o camiadan olmadığımı anlamış olacak ki, yaklaştı yanıma, başladı sergiyi düzenleyenleri çekiştirmeye...

- Bunlar bizi beğenmezler!

Hayretle sordum.

- Neden acaba?

- Ben seramik sanatçısıyım, bunlar seramikçiyi sanatçıdan saymazlar da ondan.

Bizimki Leyla Hanım'ın meşhur, sitemli dizeleriyle yanık yanık devam etti.

"Pür ateşim, açtırma benim ağzımı zinhar,
zalim beni söyletme derûnumda neler var!
bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkar,
zalim beni söyletme, derûnumda neler var!"

Ne söyleyeceğimi bilemeden bir süre bakıp devam ettim.

- Aman efendim, pek de dertliymişsiniz? Sizin gibi güzel bir kadının kalbini kırmışlar.

- Sormayın, bu Bodrum'da eline iki fırça alan kendini sanatçı sanıyor.

- Aaa olur mu hanımefendiciğim, Bodrum'da yaşamak bile bir sanat...

Baksanıza bir anda kaldıramayacağım kadar kültürlendim, şoktayım.

Bu seferde o şaşkın...

- Tabi canım...!

Sadece bunlar mı? Ortalık bir şenlik ki sormayın!

Bahçe girişinde köylü kadınlar sergi açmışlar, yöresel ürünlerini satıyorlar. Eline satmak istediği kırmızı biber poşetini alan 40' lı yaşlardaki köylü kadın, süslü ve kendinden neredeyse 20 yaş büyük müşterisiyle konuşuyor.

- Al kız kına gibi, neyini beğenmiyon...!

Bizimki gerdan kırarak, tüm şımarıklığıyla soruyor.

- Ay ne bileyim, acı mı?

- Kız al, değil!

Dolaşmaya devam ediyoruz.

Bahçenin bir başka köşesinde ben de yeni evli imajı uyandıran ve birbirine sırnaşarak gezen yaşlı bir çift, ha bire fotoğraf çektirmek istiyor. Yaşlı adam, Beste'ye telefonunu uzattı.

- Kızım bizim fotoğrafımızı çeker misin?

- Tabi amcacım.

Amcam ve yeni karısı bahçede sergilenen eserlerden birinin üzerine fütursuzca çıkıp şuursuzca poz vermeye başladılar.

Amcamın Elinde Beşiktaş şapkası, onu göstererek seslendi.

- Kızıııım, Beşiktaş'ta çıksın, bir de öyle çek !

Eserlerin üzerinde hoyratça verilmiş poz poz mutluluk fotoğraflarını çekti tabii Bestecim.

Biz mi? 

Son zamanlarda karşılaştığımız en absürd ortamı, günlerce konuşacağımız malzemeler eşliğinde  şaşkınca terk ettik.

Efendim sanat önemli..!  Sanatçılarımızda...

Sevgiyle kalın...

Eylül 2018 Bodrum