Şimdi bu yasaklar konusunu doğru okumak gerekiyor, yoga yasağı konusunda da gerçekte ne olduğunun doğru yansıtılması gerekiyor.

İlk olarak evet yoga yapanlarla ilgili CİMER’e yapılmış bir şikayet var, ancak bu şikayet sonrasında Valilik emriyle yoga yapanlara bir müdahale yok. Evet parkta yoga yapanlara oradaki vatandaşların, sonrasında da park görevlilerinin müdahalesi var, ancak bu müdahalenin videosunun çekilip yayınlanması da bir karalama kampanyasının parçası değil, özgürlüklerine müdahale insanların haklı olarak verdikleri bir tepki. Ve yine evet parklarda yoga yapan insanlara karışılması doğru değildir, kimsenin kimsenin yaşam biçimini sorgulamaya, beğenmediği zaman da müdahale etmeye hakkı yoktur, ama “yoga” olayı özelinde bu müdahalenin Valilik ile bir ilgisi olmadığını anladık. 
Ancak bu olay Eskişehir’de uzun süre gündemden düşmeyen Anadolu Fest “yasağı” sonrasında yaşandığı için, toplumsal bir tepkinin oluşması da gayet doğal diye düşünüyorum.  (Buraya bir parantez açıp, ekleyelim; bu tür müdahalelere engel olunmazsa ve Eskişehir’de olduğu gibi tepki verilmezse her aklına esen beğenmediği, onaylamadığı herkesi, her şeyi engellemeye başlar, işte asıl o zaman büyük bir sorunla karşı karşıya kalırız, dolayısıyla kadınların hep birlikte yoga yaparak, engellenen kadınların yanında olmaları da en güzel demokratik eylemlerden biri olmuştur.)  
Açıkçası ben Dede Korkut Parkı’nda yaşanan olayı birkaç kişinin saçmalaması olarak görüyorum, bunu Valilik ve onun kolluk kuvvetlerince uygulanmaya çalışılan bir baskı olarak görmüyorum. Ancak bunu söylerken Vali’nin özgürlükçü biri olduğunu da iddia etmiyorum, son yaşananlar gösterdi ki; oldukça muhafazakâr ve kuralları yasaklarla kabul ettirmeye çalışan bir valimiz var. Yalnızca bu konuda değil herhangi bir sorunda basının ulaşamadığı, diyaloğa kapalı biri ne yazık ki!
Dede Korkut Parkı’na yıllardır giden biri olarak, biliyorum ki burada isteyen herkes spor da yapıyor, bisiklet de sürüyor, paten de kayıyor, dün Nabi Avcı da açıklamasında parkta bu tür yasakların olmadığını anlattı. Ancak şunu da ekledi, tüzel kişilerin toplu organizasyonlarında örneğin bir derneğin 50 kişilik piknik organizasyonunda Valilik’ten izin alınması gerekiyor. 
“Peki böyle bir olayda Eskişehir’de toplumsal tepki neden bu kadar büyük oldu?” sorusunun yanıtı da merkezi yönetimin ya da hükümetin yıpratılmak istenmesi değil ne yazık ki… Bu tepkiler; son zamanlarda ülkenin farklı farklı yerlerinde yaşanan, konser yasakları, etkinlik iptalleri ve kutuplaştırıcı siyasetin sonucunda bu kadar yükseldi! Ülke genelinde yaşanan bu yasaklar, ülkenin seçim öncesinde bir kaos ortamına sürüklenmesi korkusunu da beraberinde getiriyor, bu korkunun temelinde de önceki seçimlerde yaşadığımız korku atmosferinin etkisi var tabi ki. 
Aynı ayrıştırıcı dili göçmen sorununda da yaşamıyor muyuz? Halkın birinci sorunu ekonomi ise listenin ikinci sırasında göçmen sorunu geliyor, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dil son zamanlarda yine göçmen meselesi ile de hepimizin sürekli gündeminde… Göçmenlerin kendi ülkelerine dönmesi gerek demekle, göçmenlerin hepsi üçüncü sınıf insan, görgü kurallarından habersiz, hükümetin verdiği paralarla geçiniyor veya hepsinin keyfi yerinde gitmeye niyetleri yok demek aynı şey değil! Böyle söylediğimizde biz de bu ayrımcı dilin, nefret dilinin savunucuları haline geliyoruz, dolayısıyla eleştiri yaparken gerçekçi ve objektif olmak gerekiyor. 
Bence olayları değerlendirirken, ideolojik bir çerçeveden bakmamalıyız o zaman işte bir tarafı körü körüne savunan fanatiklerden farkımız kalmıyor… Ve dikkatli olmazsak haklarımızı savunurken, yaratılmak istenen bu kaosa hizmet ederken bulabiliriz kendimizi, dolayısıyla tepkimizi verirken, sesimizi yükseltirken odağımızda ideolojimiz değil, haklarımız olmalı diye düşünüyorum.