Geçtiğimiz ay Ankara ve Polatlı’da sahra çöllerinde görülen türden devasa bir toz bulutu korku filmlerini andırır şekilde önce ufukta belirdi, sonra yerleşim birimlerinin üstüne karabasan gibi çöktü. Bu yıl afet boyutundaki eko hareketler birbirini kovalıyor. Bütün bir yaz mevsimini deprem, sel baskınları, toz fırtınaları, orman yangınları ve hortumlarla geçirdik. Beklenmedik bu olayların, geleceğimizin rutin bir gerçeği olabileceğini başımızı ellerimizin arasına koyup düşünme vakti geldi geçiyor. “Cennet vatanımız” diyerek büyüdüğümüz bu coğrafya, Büyük Sahra Çölü, Kalahari Çölü, Gobi Çölü, Atacama Çölü’ne benzer bir yüz örtüsüne hızla yaklaşıyor. Hiçbir şey bitmeyen bir toprak ve sadece vahalarda bulabileceğimiz kadar su...
Sanırım resimdeki uydu fotoğrafı bu konuda bize bir fikir veriyor. Türkiye’deki iklim hareketlerinin sonucunu görebiliyoruz. Sebepleri ise hala ortada duruyor. Ülkemiz dehşet verici bir halde Ortadoğu çöl bölgesiyle birleşiyor ve bu afetler, toz fırtınaları hızlı bir çölleşmenin belirtilerini taşıyor. Bu eko felaketin şimdiki hedefi Türkiye... Yerkürenin ısınmaya başlayıp, sıcaklığın artmasıyla birlikte yaşadığımız kurak dönem bir süreç haline geldi ve sonunda bizi bekleyen tehlike, kıtlık ve susuzluk olacaktır... Peki her şey sadece iklim değişikliğine mi bağlı, yoksa bu değişime karşı hiçbir şey yapamadığımız gibi yangına körük misali bir halimiz mi var?
Konuyu anlayabilmek adına, Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası’nın ve Birleşmiş Milletlerin yayınladığı raporlardan bazı alıntılar yapacağım.
Bu raporlara göre toprakta çölleşmeye gidişin sebebi tarım uzmanlarının “Arazi Bozulumu” dediği olaydır… Sebepleri: Anız yakılması, arazileri çoraklaştırma, organik ve inorganik atıklarla toprak için zehirli elementlerin birikimi, radyoaktif bulaşmalar, aşırı gübre kullanımı, yanlış sürüm ve işleme teknikleri, inşaat, yol, köprü vs. nedenlerle toprağı sertleştirme çalışmaları, yüzeyde kabuk oluşumu, ormansızlaşma, yanlış mera yönetimi, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı ile insan aktivitelerinin de dâhil olduğu çeşitli faktörler ve tabii ki erozyon. Sizce Türkiye’de bunların hangisi yok? Varsa, alınmış ve alınacak bir önlem planı var mı? Cevabı çok belli. Hepsi var, ama önlem yok.
Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon hektarla ülke yüzölçümünün % 56’sını oluşturan mera ve çayır alanları, bu gün %19 seviyesinde. 2002 yılında 41 milyon hektar olan toplam tarım alanı bu gün 37 milyon hektar. Son altı yılda azalan tarım alanı 4 milyon hektar. Belçika’nın yüzölçümü 3 milyon, Hollanda’nın ise 4 milyon hektar olduğunu düşünürsek, toplamda bir Hollanda veya Belçika yüzölçümü kadar tarım arazisini kaybetmişiz. Var olan tarım alanlarının %59’u ise erozyon tehdidi altında. Bilinçsiz, plansız ve hesapsız tarım politikalarını da bu sebeplere katınız. Fazla söze gerek yok. Eğer bunların önlemini alamazsak torunlarımıza bırakacağımız miras kıtlık, açlık ve susuzluk olacaktır.
Su ayrı bir konu: Dünya yüzeyindeki mevcut tatlı suyun yüzde 1’den daha az bir kısmı ekosistem ve insan kullanımına elverişli tatlı su kaynaklarından oluşuyor. Bu suyun yüzde 70’i tarım alanında kullanılıyor. Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil. Artan nüfusu ve paralel olarak artan su kullanım alanları ile Türkiye, ne yazık ki “su fakiri” bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor. .Bunun ölçüsü şu; Kişi başına yıllık su miktarı 8.000 m’ten fazla olan ülkeler su zengini, 2.000 m’ten az olan ülkeler su kıtlığı, 1.000 m’ten az olan ülkelerse su fakirliği çeken ülkeler arasında yer alıyor. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 m. Bu miktar ile Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler kategorisinde yer alıyor.
OECD’nin gelecekte tarımda su sıkıntısı yaşanacağını tahmin ettiği ilk 15 ülke arasında 7. sıradayız Buna karşın en çok kişi başı su tüketen ilk 10 ülke içinde yine 7’nciyiz. Bu sürdürülebilir bir durum değildir. Bununla ilgili tedbir almak bir yana mevcut su havzalarını kirleten, yok eden bir ülke olduğumuz ortada.
Bu tahminler ve rakamlardan çıkan ders orta vadede kıtlık ve susuzluk çeken bir ülke olacağımız gerçeğidir. Doğa bize bunu daha nasıl anlatsın? Tıpkı depremde olduğu üzere duyarsızlık, vurdumduymazlık ve hoyratlık içindeyiz. Bu konu bizler için bu her türlü ideolojinin üstünde bir konudur. Asıl beka meselesi de budur.
Lütfen bu resme bir daha dikkatlice bakınız ve hafızanıza kazıyınız… Türkiye gittikçe sona yaklaşıyor. Eğer bu konuda güç ve iktidar sahibi insanlara sesimizi duyuramazsak yarattığımız çölleşmenin gelecek nesillere hiçbir izahı yoktur…